el-musmiʹ ~ اَلْمُسْمِعُ

Kamus-ı Muhit - المسمع maddesi

اَلْمُسْمِعُ [el-musmiʹ] (مُحْسِنٌ [muḩsin] vezninde) Bukağıya denir, قَيْدٌ [ḵayd] maʹnâsına; meşy hâlinde seslendiği için ıtlâk olunmuştur; yukâlu: جَعَلَهُ فِي الْمُسْمِعِ أَيِ الْقَيْدِ

اَلْمَسْمَعُ [el-mesmaʹ] (مَقْعَدٌ [maḵʹad] vezninde) Bir adamın kelâmı işitilecek mevziʹe denir, niteki مَرْأَى [mer΄â] şahsı görünecek mahalle denir; tekûlu: هُوَ مِنِّي بِمَرْأًى وَمَسْمَعٍ أَيْ بِحَيْثُ أَرَاهُ وَأَسْمَعُ كَلاَمَهُ

اَلْمُسَمَّعُ [el-musemmaʹ] (مُعَظَّمٌ [muʹażżam] vezninde) Bukağılanmış adama denir; مُقَيَّدٌ [muḵayyed] maʹnâsınadır; yukâlu: أَتَى بِهِ مُسَمَّعًا أَيْ مُقَيَّدًا مُسَوْجَرًا Burada tâ-yı fevkâniyye ile مُسْتَوْجَرًا nüshaları galattır, sahîh olan مُسَوْجَرٌ olmaktır ki سَوْجَرَ bâbındandır, سَاجُورٌ [sâcûr] ile meşdûd demektir. Ve مُسَوْجَرٌ [musevcer] erkân-ı taʹrîften değildir, gâlibâ işbu كَتَبَ الْحَجَّاجُ إِلَى بَعْضِ عُمَّالِهِ اِبْعَثْ إِلَيَّ سَعِيدَ بْنَ جُبَيْرٍ مُسَمَّعًا مُزَمَّرًا kelâmı مُقَيَّدًا مُسَوْجَرًا ʹibâretiyle meʹhazlarda müfesser olmakla mü΄ellifin zihninde karâr-gîr olduğundan onu dahi sebk-i zihn vechiyle sebt eylemiştir, zîrâ زَمَّارُهُ سَاجُورُهُ denmekle مُزَمَّرٌ [muzemmer] مُسَوْجَرٌ [musevcer] demek olur, hattâ Nihâye’de kelâm-ı mezbûr zeylinde işbu beyt dahi muharredir: “وَلِي مُسْمِعَانِ وَزَمَّارَةٌ || وَظِلٌّ مَدِيدٌ وَحِصْنٌ أمقٌ”

اَلْمُسْمَعُ [el-musmaʹ] (مُكْرَمٌ [mukrem] vezninde) إِسْمَاعٌ [ismâʹ]dan ism-i mefʹûldür, işittirilmiş söze denir. Ve kavluhu taʹâlâ: ﴿وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ﴾ اَيْ غَيْرَ مَقْبُولٍ مَا تَقُولُ أَوْ مَعْنَاهُ إِسْمَعْ لاَ أُسْمِعْتَ Maʹlûm ola ki âyet-i merkûme Yehûd lisânından hikâyedir ki fahr-i ʹâlem ʹaleyhi’s-selâm hazretlerine: “سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ” kelâmlarıyla tekellüm ederler idi. Ve bu zü’l-vecheyn yaʹnî zemm ve medhi muhtemeldir ki fenn-i bedîʹde ona tevcîh ıtlâk olunur. Ve غَيْرَ مُسْمَعٍ kelimesi hâl ve mefʹûlün bih olmak câ΄izdir ve إِسْمَاعٌ [ismâʹ] hakîkatine haml ile işittirmek maʹnâsına ve mecâza haml ile dinletip kabûl ettirmek maʹnâsına olur. Pes hâliyyet ve mecâziyyet sûretinde maʹnâ “Yâ Muḩammed, sen bizim kelâmımızı gûş eyle, senin kelâmın makbûl olmadığı hâlde” demek olur ki murâd kavl-i nebevî sâmiʹalarında cây-gîr olmadığını işʹârdır. Ve إِسْمَاعٌ [ismâʹ]ı hakîkatine haml ve fiʹlden lâzım-ı maʹnâ irâdesiyle esamm olmak zımnında bed-duʹâ olur ki işitmez olasın demek olur, zîrâ لاَ أُسْمِعْتَ kelimesi beyne’l-Yehûd esammiyyet zımnında bed-duʹâdır ve bundan başka mahzûf كَلاَمًا yâhûd جَوَابًا lafzlarından sıfat olur; إِسْمَعْ غَيْرَ مُجَابٍ إِلَى مَا تَدْعُو إِلَيْهِ te΄vîlinde olur. Ve medh sûreti ki burada murâd değildir, إِسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ مَكْرُوهًا sebkinde olur ki إِسْمَاعٌ [ismâʹ] sebb ve düşnâm maʹnâsına olur.

اَلْمِسْمَعُ [el-mismaʹ] (مِنْبَرٌ [minber] vezninde) ve

اَلسَّامِعَةُ [es-sâmiʹat] Kulağa ıtlâk olunur. مِسْمَعٌ [mismaʹ]ın cemʹi مَسَامِعُ [mesâmiʹ]dir; yukâlu: مَلَأَ بِمَسَامِعِ النَّاسِ أَيْ آذَانِهِمْ Ve

مِسْمَعٌ [mismaʹ] غَرْبٌ [ġarb] dedikleri büyük kovanın ortasında olan kulpa denir ki ona kova doğru durmak için ip geçirirler; yukâlu: أَخَذَ بِمِسْمَعِ الْغَرْبِ وَهُوَ الْعُرْوَةُ فِي وَسَطِهِ يُجْعَلُ فِيهِ حَبْلٌ لِتَعْتَدِلَ الدَّلْوُ Ve bir kabîle pederinin ismidir ki ahâlîsine Mesâmiʹa ıtlâk olunur. Ve şol iki ağaç pâresinin birisine denir ki kuyudan toprak çekilip çıkarıldığı vaktte zenbîlin kulplarına sokulur; ikisine مِسْمَعَانِ [mismeʹân] denir.

Vankulu Lugatı - المسمع maddesi

اَلْمِسْمَعُ [el-mismaʹ] (mîm-i evvelin kesri ve mîm-i sâniyenin fethiyle) Kezâlik kulak; yukâlu: فُلَانٌ عَظِيمُ الْمِسْمَعَيْنِ Ve

مِسْمَعٌ [mismaʹ] Kezâlik şol kulpa derler ki غَرْبٌ [ġarb] demekle maʹrûf olan büyük kovanın ortasında olur ona bir ip takarlar tâ ki kova doğrulup muʹtedil ola.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı