en-naṡib ~ اَلنَّصِبُ

Kamus-ı Muhit - النصب maddesi

اَلنَّصِبُ [en-naṡib] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Rencûr ve hasta ve derd-mend kimseye denir; yukâlu: هُوَ نَصِبٌ أَيْ مَرِيضٌ وَجِعٌ

اَلنِّصْبُ [en-niṡb] (nûn’un kesriyle) Bu dahi hisse ve nasîb maʹnâsınadır; tekûlu: لِي مِنْهُ نِصْبٌ وَنَصِيبٌ أَيْ حَظٌّ مَنْصُوبٌ

اَلنَّصَبُ [en-naṡab] (fethateynle) Renc ü taʹabdan nâşî ʹâciz, fürû-mânde olmak maʹnâsınadır; yukâlu: نَصِبَ الرَّجُلُ نَصَبًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا أَعْيَا Ve bir işe renc ü zahmet çekerek çabalayıp cidd ü cehd eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: نَصِبَ فُلاَنٌ فِي اْلأَمْرِ إِذَا جَدَّ وَاجْتَهَدَ

اَلنُّصْبُ [en-nuṡb] (nûn’un zammı ve ṡâd’ın sükûnuyla) ve

اَلنُّصُبُ [en-nuṡub] (zammeteynle) Derd ve ʹillete ve belâ΄ ve âfete denir; yukâlu: أَصَابَهُ نُصْبٌ وَنُصُبٌ أَيْ دَاءٌ وَبَلاَءٌ Ve

نُصُبٌ [nuṡub] (zammeteynle) Yollarda nişân için dikilen mîllere denir. Ve put-perestlerin maʹbûd ittihâz eyledikleri nesnelere denir ki taştan ve ağaçtan tırâş edip yere nasb ve ona perestiş ederler. Ve bunda ṡâd’ın sükûnuyla da lügattir, يُسْرٌ [yusr] ve يُسُرٌ [yusur] gibi. Ve

نُصْبٌ [nuṡb] (ṡâd’ın sükûnuyla) Göz önünde dikilip duran şey΄e denir; tekûlu: هَذَا نُصْبُ عَيْنِي أَيِ الْقَائِمُ فِي نَظَرِي Ve bunda nûn’un fethiyle de lügattir; ʹalâ-kavlin fethi lahndir.

اَلنَّصْبُ [en-naṡb] (ضَرْبٌ [ḋarb] vezninde) Vech-i mezkûr üzere baʹzı ʹArabdan mesmûʹ olarak bir husûsun hemm ü kasdı sâhibine taʹab vermek maʹnâsınadır; yukâlu: نَصَبَهُ الْهَمُّ نَصْبًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا أَتْعَبَهُ Ve

نَصْبٌ [naṡb] Maraz u ʹillete ve belâ΄ ve âfete ıtlâk olunur; yukâlu: أَصَابَهُ نَصْبٌ أَيْ دَاءٌ وَبَلاَءٌ Ve bir kimseyi bir maraz rencûr ve derd-nâk eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: نَصَبَهُ الْمَرَضُ نَصْبًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا أَوْجَعَهُ Ve bir nesneyi yere vazʹ eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: نَصَبَ الشَّيْءَ إِذَا وَضَعَهُ Ve yukarı kaldırmak maʹnâsına olmakla zıdd olur; yukâlu: نَصَبَهُ إِذَا رَفَعَهُ Burada وَضَعَهُ فَرَفَعَهُ nüshaları galattır. Ve cidd ü ikdâm ile yürümek, ʹalâ-kavlin âhestece nerm ve mülâyemetle bütün gündüz yürümek maʹnâsınadır; yukâlu: نَصَبَ السَّيْرَ إِذَا رَفَعَهُ أَوْ هُوَ أَنْ يَسِيرَ طُولَ يَوْمِهِ وَهُوَ سَيْرٌ لَيِّنٌ فَيُقَالُ نَصَبَ الْقَوْمُ إِذَا سَارُوا يَوْمَهُمْ بِسَيْرٍ لَيِّنٍ Ve bir kimse ile düşmanlık eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: نَصَبَ لِفُلاَنٍ إِذَا عَادَاهُ Ve ʹArabların develeri teşvîk ve tatrîb için terennüm eyledikleri nagamâttan bir nevʹ ile terennüm ve tegannî eylemek maʹnâsınadır ki nagamât-ı mezbûreden bu bülend âvâz olur; yukâlu: نَصَبَ الْحَادِي إِذَا حَدَى ضَرْبًا مِنَ الْحُدَاءِ Ve miyâneye cenk ilkâ eylemek maʹnâsınadır ki murâd cenk peydâ eylemektir; yukâlu: نَصَبَ لَهُ الْحَرْبَ إِذَا وَضَعَهَا Ve bir nesneyi karşısına dikip dikine durdurmak maʹnâsınadır; yukâlu: نَصَبَ الْعَلَمَ إِذَا رَفَعَهُ وَأَقَامَهُ مُسْتَقْبِلاً بِهِ وَكُلُّ مَا رُفِعَ وَاسْتُقْبِلَ بِهِ شَيْءٌ فَقَدْ نُصِبَ عَلَى بِنَاءِ الْمَجْهُولِ وَنَصَبَهُ هُوَ Mü΄ellif Baṡâ΄ir’de نَصَبْتُ الشَّيْءَ أَيْ أَقَمْتُهُ ʹibâretiyle resm eylemekle bundan câmiʹ ve müfîddir. Ve

نَصْبٌ [naṡb] Yollarda nişân için dikilen mîle denir, ʹalem-i mansûb maʹnâsına. Ve bunda fethateynle câ΄izdir. Ve

نَصْبٌ [naṡb] Gâyet ve ser-encâm maʹnâsınadır. Ve ʹarûziyyûn ıstılâhında نَصْبٌ [naṡb] kâfiye-i şiʹrin fesâddan sâlim ve binâsı tâm olmaktan ʹibârettir. Ve nahviyyûn ıstılâhında نَصْبٌ [naṡb] muʹrebe mahsûs bir iʹrâbdır ki mebnî olan kelimenin fethası menzilindedir, رَفْعٌ [refʹ] ve جرٌّ [cerr] mukâbilidir; lisân-ı etfâl-ı mektebde iki üstün taʹbîr olunur, ʹulüvv ü rifʹat maʹnâsından me΄hûzdur.

Vankulu Lugatı - النصب maddesi

اَلنَّصَبُ [en-neṡab] (nûn’un ve ṡâd’ın fethiyle) Taʹab maʹnâsınadır; yukâlu: نَصِبَ الرَّجُلُ نَصَبًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا تَعِبَ

اَلنَّصْبُ [en-naṡb] (nûn’un fethi ve ṡâd’ın sükûnuyla) Dürtmek; yukâlu: نَصَبْتُ الشَّيْءَ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا أَقَمْتَهُ Ve ʹadâvet etmek maʹnâsına da gelir; tekûlu: نَصَبْتُ لِفُلَانٍ نَصْبًا إِذَا عَادَيْتَهُ Ve âheste seyr etmek; yukâlu: نَصَبَ الْقَوْمُ إِذَا سَارُوا يَوْمَهُمْ وَهُوَ سَيْرٌ لَيِّنٌ

اَلنُّصْبُ [en-nuṡb] (nûn’un zammı ve ṡâd’ın sükûnuyla) Bi-maʹnâhu. Ve gâh olur ki ṡâd’da mazmûm kılınır.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı