un ~ أُنْ

Kamus-ı Muhit - أن maddesi

أَنْ [en] (hemzenin fethi ve nûn’un sükûnuyla) İsm olur ve harf olur. İsm olanı iki nevʹdir: Baʹzı nühâtın kavlinde zamîr-i mütekellim olur, meselâ أَنْ فَعَلْتُ derler, “Ben işledim” maʹnâsına. Ve ekser ʹindinde vasl hâlinde nûn’un fethiyledir ve vakf hâlinde elif ilhâkıyla أَنَا derler. Ve zamîr-i muhâtab olur, أَنْتَ ve أَنْتِ ve أَنْتُمَا ve أَنْتُمْ ve أَنْتُنَّ gibi ki ʹinde’l-cumhûr zamîr أَنْ lafzıdır, tâ΄ harf-i hitâbdır, şey΄-i vâhid gibi kılınmıştır.

إِنَّ [inne] (hemzenin kesriyle ve nûn’un teşdîdiyle) ve

أَنَّ [enne] (hemzenin fethiyle) Hurûf-ı müşebbehe bi’l-fiʹl aksâmındandır, ismlerini nasb ve haberlerini refʹ ederler. Ve gâh olur ki إِنَّ [inne] ki hemzenin kesriyledir, ismini ve haberini maʹan nasb eder, ke-kavli’ş-şâʹir “إِذَا اسْوَدَّ جُنْحُ اللَّيْلِ فَلْتَأْتِ وَلْتَكُنْ || خُطَاكَ خِفَافًا إِنَّ حُرَّاسَنَا أُسْدَا” Burada حُرَّاس ismi ve أُسْدَا haberidir, ikisi de mansûbdur. Ve fi’l-hadîsi: “إِنَّ قَعْرَ جَهَنَّمَ سَبْعِينَ خَرِيفًا” Ve gâh olur ki kendinden sonra vâkiʹ olan mubtedâ haberiyyet üzere merfûʹ olup ismi zamîr-i şân mahzûf olur; ke-kavlihi ʹaleyhi’s-selâm: “إِنَّ مِنْ أَشَدِّ النَّاسِ عَذَابًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ اَلْمُصَوِّرُونَ” وَالْأَصْلُ إِنَّهُ Ve meksûre ile haber te΄kîd olunur. Ve gâhca tahfîf olunup إِنْ [in] denir. Bu sûrette kalîlen iʹmâl ve kesîren ihmâl olunur. Ve ʹinde’l-Kûfiyyîn tahfîfi câ΄iz değildir. Ve meksûr olan إِنَّ [inne] نَعَمْ [neʹam] maʹnâsına harf-i cevâb olur; ke-kavli’ş-şâʹir: “بَكَرَتْ عَلَيَّ عَوَاذِلِي ||يَلْحَيْنَنِي وَأَلُومُهُنَّهْ || وَيَقُلْنَ شَيْبٌ قَدْ عَلَا ||كَ وَقَدْ كَبِرَتْ فَقُلْتُ إِنَّهْ” أَيْ نَعَمْ

Vankulu Lugatı - أن maddesi

أُنْ [un] (hemzenin zammı ve nûn’un sükûnuyla) Emr-i hâzırdır, “nefsine taʹab verme” maʹnâsına; tekûlu: أُنْ عَلَى نَفْسِكَ أَيِ ارْفُقْ فِي السَّيْرِ وَاتَّدَعْ

أَنَّ [enne] (hemzenin fethi ve nûn’un teşdîdiyle) Fiʹl-i mâzîdir, كَانَ maʹnâsına; yukâlu: مَا أَفْعَلُهُ مَا أَنَّ فِي السَّمَاءِ نَجْمٌ أَيْ مَا كَانَ فِي السَّمَاءِ نَجْمٌ وَهُوَ لُغَةٌ فِي عَنَّ وَيُقَالُ أَيْضًا مَا أَنَّ فِي الْفُرَاتِ قَطْرَةٌ أَيْ مَا كَانَتْ فِي الْفُرَاتِ قَطْرَةٌ وَلَا أَفْعَلُهُ مَا أَنَّ السَّمَاءُ مَاءٌ Ve

إِنَّ [enne] (hemzenin kesri ve fethiyle ve nûn’un kezâlik teşdîdiyle) Şol harflerdendir ki ismi nasb edip haberi refʹ ederler.Pes meksûre olan ile haber te΄kîd olunur ve meftûha olanla mâ-baʹdi te΄vîl-i masdarda olur, yaʹnî her ne denli ifâde-i te΄kîd etmede müşterekler ise de إِنَّ [inne]-i meksûrenin imtiyâzı haberine harf-i te΄kîd dâhil olmakla ve meftûhanın imtiyâzı mâ-baʹdi te΄vîl-i masdarda olmakladır. Ve gâh bunlar tahfîf olunur. Ve kaçan tahfîf olunsalar dilersen ʹamel ettirirsin dilersen ʹamel ettirmezsin.Ve gâh olur أَنَّ üzerine kâf-ı teşbîh ziyâde kılınıp كَأَنَّهُ شَمْسٌ dersin ve gâh olur tahfîf olunur. Ve tahfîf olundukta bir şey΄de ʹamel kılmaz lügat-i fasîha üzere ve ان [en]-i muhaffefe-i nâsıba kaçan hazf olunsa dilersen ʹamel ettirip mâ-baʹdin mansûb kılarsın dilersen merfûʹ kılarsın. Kâlallâhu taʹâlâ: ﴿قُلْ أَفَغَيْرَ اللهِ تَأْمُرُونِّي أَعْبُدُ أَيُّهَا الْجَاهِلُونَ﴾ (الزمر، 64) Ve Cevherî’nin bu makâmda ʹibâreti istihdâma ihtiyâcdan hâlî olmadığı hafî değildir, te΄emmül olunsun egerçi mes΄ele-i mezbûrenin hakkı وَأَنْ قَدْ تَكُونُ مَعَ الْفِعْلِ الْمُسْتَقْبَلِ dahi böyledir zîrâ bu hurûfun istiʹmâli çok olup tazʹîfi sakîl gördükleri için yâ’ya karîb olan harfi hazf etmişlerdir. Ve لَعَلِّي ve لَعَلَّنِي de dahi hazf olunmuştur, zîrâ lâm nûn’a karîb olmağın yine harf-i tazʹîf hükmünde olmuştur. Ve eger meksûre üzere مَا ziyâde olunsa maʹnâ-yı taklîli yaʹnî hasrı ifâde eder; ke-kavlihi taʹâlâ: ﴿إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ﴾ (التوبة، 60) Zîrâ إِنَّمَا hükmü mezkûr için isbât ve mâ-ʹadâdan nefy ifâde eder. Ve أَنْ [en] hemze-i meftûha ve nûn-ı sâkine ile gâh olur fiʹl-i müstakbel ile maʹnâ-yı masdarî ifâde edip nasb ʹamel eder; tekûlu: أُرِيدُ أَنْ تَقُومَ وَالْمَعْنَى أُرِيدُ قِيَامَكَ Ve eger أَنْ fiʹl-i mâzî üzere dâhil olsa mâzîyi vukûʹ bulan masdar maʹnâsında kılar, lâkin ʹamel kılmaz; tekûlu: أَعْجَبَنِي أَنْ قُمْتَ وَالْمَعْنَى أَعْجَبَنِي قِيَامُكَ الَّذِي مَضَى Ve أَنْ gâh olur müsakkaleden tahfîf olur, pes mâ-baʹdinde ʹamel kılmaz yaʹnî ʹameli zâhir olmamak vâcib olur, her ne denli zamîr-i şân-ı mukadderde ʹâmil olur demişler ise de. Ve bu takrîr ile Cevherî’nin bu makâmda olan kelâmıyla evvel-i bahste وَإِنْ خُفِّفَتَا فَإِنْ شِئْتَ أَعْمَلْتَ وَإِنْ شِئْتَ لَمْ تُعْمِلْ dediği kelâmın beyninde tedâfuʹ zâhir olur; tekûlu: بَلَغَنِي أَنَّ زَيْدًا خَارِجٌ Ve ammâ إِنْ [in]-i meksûre harf-i cezâdır, sânî îkâʹ içindir, evvelin vukûʹundan ötürü; tekûlu: إِنْ تَأْتِنِي آتِكَ وَإِنْ جِئْتَنِي أَكْرَمْتُكَ Ve gâh olur مَا [mâ]-i nâfiye maʹnâsına dahi olur, ke-kavlihi taʹâlâ: ﴿إِنِ الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي غُرُورٍ﴾ (الملك، 20) Ve gâh olur مَا [mâ] ile إِنْ beynin dahi cemʹ ederler te΄kîd için مَا إِنْ رَأَيْنَا gibi مَا رَأَيْنَا maʹnâsına. Cevherî’nin bu kelâmından fehm olunur ki bu sûret مَا [mâ]dan sonra إِنْ zâ΄id olmaktan gayrı sûret ola, hâlâ ki gayrı değildir, nitekim ʹan-karîb zikr olunur inşâallâhu taʹâlâ. Ve gâh olur cevâb-ı kasem dahi vâkiʹ olur; tekûlu: وَاللهِ إِنْ فَعَلْتُ أَيْ مَا فَعَلْتُ Ve إِنْ gâh olur ʹalâ-vechi’l-ihtisâr âhir-i kelâmda إِنَّهُ قَدْ كَانَ maʹnâsına vâkiʹ olur, nitekim baʹzı eşʹârda vâkiʹ olmuştur: “وَيَقُلْنَ شَيْبٌ قَدْ عَلَاكَ || وَكَبِرَتْ فَقُلْتُ إِنَّهْ” أَيْ إِنَّهُ قَدْ كَانَ كَمَا يَقُلْنَ Ebû ʹUbeyd eyitti: Bu, kelâm-ı ʹArabda ihtisâr kabîlindendir, zamîrle iktifâ olunmuştur, maʹnâsı maʹlûm olduğuna binâ΄en. Ve ammâ Aḣfeş’in إِنَّهْ [inneh] نَعَمْ maʹnâsınadır dediği te΄vîl-i mezkûra binâ΄endir, bu değildir ki إِنَّهْ [inneh] نَعَمْ maʹnâsına mevzûʹ ola lâkin Aḣfeş eyitti, âhirinde olan hâ hâ΄-i vakftır Ve أَنَّ kelimesi ki meftûha müşeddededir gâh olur لَعَلَّ maʹnâsına olur, ke-kavlihi taʹâlâ: ﴿وَمَا يُشْعِرُكُمْ أَنَّهَا إِذَا جَاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ﴾ (الأنعام، 109) فِي قِرَاءَةِ أُبَيٍّ “لَعَلَّهَا” Ve أَنْ [en]-i meftûha-i hafîfe gâh olur أَيْ maʹnâsına olur; ke-kavlihi taʹâlâ: ﴿وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا﴾ (ص، 6) Ve eger أَنْ [en]-i tefsîriyyede maʹnâ-yı قَوْلٌ [ḵavl] mürûrundan lâbüddür ve bu âyet-i kerîmede zikr olunan maʹnâ yoktur denilse إِنْطِلَاقٌ [inṯilâḵ]tan murâd اِنْطِلَاقُ السِّنِّ dir pes maʹnâ-yı قَوْلٌ [ḵavl] mevcûd olur diye cevâb verirler, lâkin lâzım olur ki مَشْيٌ [meşy]den murâd meşy-i müteʹârefe olmayıp her nesnenin üzerine müstemirr olmak ola. Ve gâh olur أَنْ [en] لَمَّا [lemmâ]ya sıla olur, ke-kavlihi taʹâlâ: ﴿فَلَمَّا أَنْ جَاءَ الْبَشِيرُ﴾ (يوسف، 96) Ve gâh olur zâ΄ide olur; ke-kavlihi taʹâlâ: ﴿وَمَا لَهُمْ أَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللهُ﴾ (الأنفال، 34) يُرِيدُ وَمَا لَهُمْ لَا يُعَذِّبُهُمُ اللهُ Cevherî’nin bu kelâmından fehm olunur ki لَمَّا [lemmâ]dan sonra gelen أَنْ zâ΄ide olmaya; hâlâ ki o dahi zâ΄idedir, nitekim Muġni’l-Lebîb’de tasrîh olunmuştur. Ve gâh olur إِنْ [in]-i meksûre-i hafîfe مَا [mâ]dan sonra zâ΄ide olur; ke-kavlike: مَا إِنْ يَقُومُ زَيْدٌ Ve gâh olur إِنَّ [inne]-i müşeddeden muhaffefe olur. Ve bunun haberine lâm dâhil olması lâzım olur hazf olunan teşdîdden ʹıvaz olsun diye ke-kavlihi taʹâlâ: ﴿إِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌ﴾ (الطارق، 4) ve ke-kavlike: إِنْ زَيْدٌ لَأَخُوكَ Ve إِنْ [in]-i nâfiyeye mültebis olmasın diye.Ve bu makâmda Cevherî’nin ʹibâretinde iki harf-i illet bir fiʹle taʹalluk etmiştir, te΄vîlden lâbüddür, onların biri ʹıvazen ve biri لِئَلَّا يَلْتَبِسَ dir ve te΄vîl-i harf-i sânî mecmûʹa taʹalluk kılmakladır, te΄emmül oluna.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı