اَلْأَدَمُ [el-edem] (fethateynle) ve
اَلْأُدُومَةُ [el-udûmet] (hemzenin zammıyla) Karayağız olmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَدِمَ الصَّبِيُّ وَأَدُمَ أَدَمًا وَأُدُومَةً مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَالْخَامِسِ إِذَا كَانَ بِهِ أُدْمَةٌ
اَلْأَدْمُ [el-edm] (hemzenin fethiyle) İki nesne beynini bitiştirmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَدَمَ بَيْنَهُمْ أَدْمًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا لَأَمَ Ve ekmeği katığa bulamak maʹnâsınadır; yukâlu: أَدَمَ الْخُبْزَ إِذَا خَلَطَهُ بِالْأُدْمِ Kezâlik bir adamın ekmeğini katığa bulamak maʹnâsınadır; yukâlu: أَدَمَ الْقَوْمَ إِذَا أَدَمَ لَهُمْ خُبْزَهُمْ Ve
أَدْمٌ [edm] Bir kavmin taʹayyün ve maʹrûfiyyetlerine medâr olan müteşahhıs ve zî-şân ser-gerdelerine denir, ke-mâ se-yuzkeru. Ve masdar olur, bir kavme medâr-ı taʹayyün olarak ser-gerde olmak maʹnâsına; yukâlu: أَدَمَ فُلَانٌ اَلْقَوْمَ أَدْمًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا صَارَ لَهُمْ أَدْمًا
اَلْأُدْمُ [el-udm] (hemzenin zammı ve dâl’ın sükûnuyla) Ak olup üzerinde boz hatları olan âhûlardır ki dağda sâkin olmağın sâkin oldukları dağlar renginde olurlar.
اَلْأَدَمُ [el-edem] (fethateynle) أَدِيمٌ [edîm]in cemʹi; أَفِيقٌ [efîḵ] ile أَفَقٌ [efaḵ] gibi. Ve أَفِيقٌ [efîḵ] dibâgat olunmuş deriye derler.
اَلْأَدْمُ [el-edm] (hemzenin fethi ve dâl’ın sükûnuyla) Bir nesneyi ekmek katığı kılmak; yukâlu: أَدَمَ الْخُبْزَ بِاللَّحْمِ يَأْدِمُ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي Ve
أَدْمٌ [edm] İki kimsenin mâ-beynin ıslâh etmeğe dahi derler; yukâlu: أَدَمَ اللهُ بَيْنَهُمَا أَيْ أَصْلَحَ وَأَلَّفَ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı