اَلدُّرُبُّ [ed-durubb] (عُتُلٌّ [ʹutull] vezninde] Nir nevʹ balıktır ki altın gibi sarı olur.
اَلدَّرَبُ [ed-dereb] (تَعَبٌ [taʹab] vezninde) ve
اَلدُّرْبَةُ [ed-durbet] (dâl’ın zammı ve râ’nın sükûnuyla) Bir nesneyi hûy ve ʹâdet edinmek maʹnâsınadır ki dadanmak taʹbîr olunur; yukâlu: دَرِبَ الشَّيْءَ دَرَباً وَدُرْبَةً مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا ضَرِيَ بِهِ Ve
دُرْبَةٌ [durbet] (dâl’ın zammıyla) Cenk ve cidâle ve sâ΄ir umûra cür΄et ve ikdâmla ʹâdet edip alışmağa denir. Şârih der ki bu tekrâr kabîlindendir, zîrâ maʹnâ-yı evvelin mefâdıdır. Ve
دُرْبَةٌ [durbet] Hecîn olan öküzün hörgücüne denir. Ve هَجِينٌ [hecîn] Babası cins ve anası nâ-cins olana denir.
اَلدَّرْبُ [ed-derb] (dâl’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Dervâzeye denir ki büyük sokak ve mahalle ve hisâr kapılarıdır; yukâlu: دَخَلُوا مِنْ دَرْبِ السِّكَّةِ أَيْ بَابِهَا الْوَاسِعِ Ve mutlak büyük kapıya denir, sarây ve hân kapıları gibi. Cemʹi دِرَابٌ [dirâb] gelir dâl’ın kesriyle; yukâlu: سَدُّوا الدَّرْبَ أَيِ الْبَابَ الْكَبِيرَ Ve
دَرْبٌ [Derb] Rûm vilâyetine yaʹnî dârü’l-harbe girecek medhale denir ki derbend taʹbîr olunur. ʹAlâ-kavlin nâfiz olup ötesi açık olanına دَرَبٌ [dereb] denir fethateynle. Ve ötesi mesdûd olanına دَرْبٌ [derb] denir râ’nın sükûnuyla. Selefte Rûm ülkesi ki Anadolu’dan ve Rûmeli’den ʹibârettir, bi’l-cümle aʹdâ-yı ʹArab olmakla sınır ve serhadlarda olan derbendlere muhâfızlar nasb ve taʹyîn ederler idi. O derbendler gûyâ ki havze-i memleket-i Rûm’un kapılarıdır. Ve ümmehât-ı sâ΄irede mutlakan derbend ile mersûmdur. Mü΄ellifin vech-i tahsîsi maʹlûm değildir. Ve
دَرْبٌ [derb] Hurmâ serip kurutacak yere denir. Ve
دَرْبٌ [Derb] Yemen’de bir karye adıdır. Ve Îrân’da Nehâvend şehrinde bir mevziʹ adıdır.
اَلدَّرَبُ [ed-dereb] ve
اَلدَّرَبَةُ [ed-derebet] (fethateynle) Bir nesneyi ʹâdet edinmek; yukâlu: دَرِبَ بِالشَّيْءِ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا اعْتَادَهُ
اَلدَّرْبُ [ed-derb] Sokak. Ve
دَرْبٌ [derb] Aslında dağlarda olan dar yollardır ki ona derbend derler.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı