el-ʹareş ~ اَلْعَرَشُ

Kamus-ı Muhit - العرش maddesi

اَلْعَرَشُ [el-ʹareş] (fethateynle) Bir kimse ifrât-ı neşâtından mebhût olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَرِشَ الرَّجُلُ عَرْشًا كَمَا مَرَّ وَعَرَشًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا بَطِرَ وَبُهِتَ

اَلْعَرْشُ [el-ʹarş] (فَرْشٌ [ferş] vezninde) هُوَ عَرْشُ اللهِ تَعَالَى وَلاَ يُحَدُّ أَوْ يَاقُوتٌ أَحْمَرُ يَتَلَأْلَأُ مِنْ نُورِ الْجَبَّارِ تَعَالَى Yaʹnî “ʹArş-ı ilâhîdir ki tahdîd ve takdîri ʹukûl-i beşeriyyeden hâricdir. Hakîkati ve mikdârı ʹilm-i ilâhîye menûttur yâhûd hakîkati bir yâkût-ı ahmerdir ki nûr-ı hazret-i Cebbâr’dan mütelâlî ve tâbândır.” Fârisîde gerzmân denir.

اَلْعُرْشُ [el-ʹurş] (ʹayn’ın zammıyla) Boynun bir tarafında olan uzunca etçeğize denir. İki tarafında olana عُرْشَانِ [ʹurşân] denir ki kafânın iki cânibinde olan etler olacaktır. ʹAlâ-kavlin boynun iki taraflı kökünde olan etlere yâhûd iki taraflı hacâmat mevziʹlerine denir ki yağrınının iki cânibidir. Ve boğazın ucunda küçük dilin altındaki iki kemiğe denir ki lisân onlar üzere kâ΄im olur. Ve

عُرْشٌ [ʹurş] At kısmının yelesinin nihâyetine denir ki boynunun kökü tarafıdır. Ve kulağa denir. Ve göğsü kerevit gibi ʹarîz ve bülend olan iri cüsseli nâkaya denir; yukâlu: نَاقَةٌ عُرْشٌ أَيْ ضَخْمَةٌ كَأَنَّهَا مَعْرُوشَةُ الزَّوْرِ Ve

عُرْشٌ [ʹUrş] Mekke-i mükerreme’ye, ʹalâ-kavlin büyût-ı kadîmesine denir; nunda ʹayn’ın fethiyle de câ΄izdir. ʹİnde’l-baʹz fethle Mekke’ye ve zammla büyûtuna denir ki عُرُوشٌ [ʹUrûş] dahi denir bünye-i cemʹle; ve minhu kavlu Saʹd: وَفُلاَنٌ كَافِرٌ بِالْعُرْشِ يَعْنِي مُعَاوِيَةَ مُقِيمٌ بِمَكَّةَ Yaʹnî Muʹâviye cenâblarının temettuʹ-i hacc-ı şerîften nehy eylediği Saʹd hazretlerinin bâlig oldukta: ḣتَمَتَّعَنْاَ مَعَ رَسُولِ اللهِ عَلَيْهِ السَّلاَمُ وَفُلاَنٌ يَعْنِي مُعَاوِيَةَ كَافِرٌ بِالْعُرْشِḢ dedikleri kelâmda عُرْشٌ [ʹUrş] عَرِيشٌ [ʹarîş]in cemʹidir ki murâd vech-i mezkûr üzere büyût-ı Mekke’dir. O evânda ağaç ve sâzlık makûlesi çatma alaçuk gibi olmakla عَرِيشٌ [ʹarîş] ıtlâk ederler idi. Pes maʹnâ وَهُوَ مُقِيمٌ بِمَكَّةَ فِي حَالِ كُفْرِهِ قَبْلَ إِسْلاَمِهِ demek olur. Ve

عُرْشٌ [ʹurş] İnsânın ayağının yüzünde olan yumru ile parmaklarının aralığı olan yere denir; yukâlu: وَقَعَ الْحَجَرُ فِي عُرْشِهِ أَيْ مَا بَيْنَ الْعَيْرِ وَالْأَصَابِعِ مِنْ ظَهْرِ قَدَمِهِ Ve bunda fethla da câ΄izdir. Cemʹi عِرَشَةٌ [ʹireşet] gelir, قِرَدَةٌ [ḵiredet] vezninde ve أَعْرَاشٌ [aʹrâş] gelir.

Vankulu Lugatı - العرش maddesi

اَلْعُرُشُ [el-ʹuruş] (zammeteynle) Cemʹi, قَلِيبٌ [ḵalîb] ile قُلُبٌ [ḵulub] gibi. Ve قَلِيبٌ [ḵalîb] kuyuya derler. Ve bu sebebden Mekke-i müşerrefenin evlerine عُرُشٌ [ʹuruş] dediler ağaçtan yapıp gölgelik ettiklerinden ötürü. Ve fi’l-hadîsi: “تَمَتَّعْنَا مَعَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَفُلَانٌ كَافِرٌ بِالْعُرُشِ” Ve nüsah-ı Ṡurâḩ’ta وَفُلَانٌ بِالْعُرُشِ vâkiʹ olmuştur. Ve كَافِرٌ بِالْعُرُشِ [kâfiun bi’l-ʹuruş] مُقِيمٌ بِالْعُرُشِ maʹnâsınadır. O kimse ki cemʹinde عُرُوشٌ [ʹurûş] dedi, onun katında müfredi عَرْشٌ [ʹarş]tır, فَلْسٌ [fels]le فُلُوسٌ [fulûs] gibi. Ve minhu’l-hadîsu: “أَنَّ ابْنَ عُمَرَ كَانَ يَقْطَعُ التَّلْبِيَةَ إِذَا نَظَرَ إِلَى عُرُوشِ مَكَّةَ”

اَلْعَرْشُ [el-ʹarş] (ʹayn’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Taht-ı mülûk ve sakf-ı beyte dahi derler. عَرْشُ الْبَيْتِ derler; ve kavluhum ثُلَّ عَرْشُهُ أَيْ وَهَى أَمْرُهُ وَذَهَبَ عِزُّهُ Ve

عَرْشٌ [ʹarş] Gölgelik ettikleri nesneye de derler. Ve

عَرْشُ الْقَدَمِ [ʹarşu’l-ḵadem] Ayakta parmaklar olduğu cânibde olan yumruca yerdir, zahr-ı kadem maʹnâsına. Ve

عَرْشُ السِّمَاكِ [ʹarşu’s-simâk] Ufak yıldızlardır ki عَوَّادٌ [ʹAvvâd] dedikleri yıldızın altındadır. Ve ona esed kuyruğudur derler. Ve

عَرْشُ الْبِئْرِ [ʹarşu’l-bi΄r] Şol ağaçlara derler ki kuyunun içi adam boyu kadar taşla yapıldıktan sonra o ağaçlarla yaparlar. Ve

عَرْشٌ [ʹarş] Ağaçtan yapı yapmağa dahi derler; yukâlu: عَرَشَ يَعْرُشُ عَرْشًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ وَالثَّانِي

اَلْعُرْشُ [el-ʹurş] (ʹayn’ın zammı ve râ’nın sükûnuyla) Boynun iki cânibinde olan uzun etlerin birisidir.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı