el-ʹuruf ~ اَلْعُرُفُ

Kamus-ı Muhit - العرف maddesi

اَلْعُرَفُ [el-ʹuref] (صُرَدٌ [ṡurad] vezninde) عُرْفَةٌ [ʹurfet]in cemʹidir ki zikr olundu. Ve müfredi olan عُرْفَةٌ [ʹurfet] on üç mevziʹin ismidir ki her biri izâfetiyle mütebeyyin olur. Mecmûʹuna عُرَفٌ [ʹuref] ıtlâk olunur:

اَلْعِرْفُ [el-ʹirf] (ʹayn’ın kesriyle) Bir nesneyi en sonra yâhûd sonradan bilmeğe denir. Ve minhu tekûlu’l-ʹArab: مَا عَرَفَ عِرْفِي إِلاَّ بِأَخَرَةٍ أَيْ مَا عَرَفَنِي إِلاَّ أَخِيرًا Ve sabr ve tahammül maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَفَ لَهُ عِرْفًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا صَبَرَ

اَلْعَرْفُ [el-ʹarf] (ʹayn’ın fethiyle) Atın yelesini kırkmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَرَفَ الْفَرَسَ عَرْفًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا جَزَّ عُرْفَهُ Ve

عَرْفٌ [ʹarf] Râyihaya denir, hoş ve nâ-hoş olsun, lâkin ekser-i istiʹmâli hoş râyihâdadır. Ve minhu’l-meselu: “لاَ يَعْجَزُ مَسْكُ السَّوْءِ عَنْ عَرْفِ السَّوْءِ” Yaʹnî “Bed-râyiha olan post râyiha-i kerîheden geri kalmaz.” Bu mesel aslâ kubh-ı efʹâlinden münfekk olmayan le΄îm ve bed-mâye hakkında darb olunur; dibâgate salâhiyyeti olmayan deriye teşbîh olunmuştur. Ve

عَرْفٌ [ʹarf] Bir cins nebât adıdır, ʹalâ-kavlin ثُمَامٌ [šamp;umâm] dedikleri nebâttır ki sümük otu taʹbîr ederler. Yâhûd şûr olmayıp ve meşe ağaçlarından olmayan nebâta ıtlâk olunur, ism-i cinstir. Ve

عَرْفٌ [ʹarf] Bir kimsede عَرْفَةٌ [ʹarfet] dedikleri çıban çıkmak maʹnâsınadır; yukâlu: عُرِفَ الرَّجُلُ عَلَى الْمَجْهُولِ عَرْفًا إِذَا خَرَجَتِ الْعَرْفَةُ بِهِ Ve tîb kısmını çok sürünmek maʹnâsınadır; yukâlu: عَرِفَ الرَّجُلُ عَرْفًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا أَكْثَرَ الطِّيبَ

اَلْعُرْفُ [el-ʹurf] (ʹayn’ın zammıyla) Bu dahi ihsân ve maʹrûf maʹnâsınadır; yukâlu: مَا أَغْزَرَ عُرْفُهُ أَيْ مَعْرُوفُهُ Ve cûd ve sehâ maʹnâsınadır. Ve bezl ve iʹtâ olunan şey΄in ismidir ki vergi ve ʹatiyye taʹbîr olunur; yukâlu: مَلَأَهُ كَفَّهُ بِعُرْفٍ وَهُوَ اسْمُ مَا يَبْذُلُهُ وَيُعْطِيهِ Ve deryânın mevcine ıtlâk olunur; yukâlu: بَحْرٌ بِهِ عُرْفٌ عَظِيمٌ أَيْ مَوْجٌ Ve

عُرْفٌ [ʹurf] Tanımağa ve bilmeğe ve bilişe denir ki نُكْرٌ [nukr] mukâbilidir; yukâlu: بَيْنَهُمَا عُرْفٌ أَيْ ضِدُّ نُكْرٍ Ve ikrâr eylemek maʹnâsına olan إِعْتِرَافٌ [iʹtirâf]tan ism olur; ve minhu tekûlu: لَهُ عَلَيَّ أَلْفُ دِرْهَمٍ عُرْفًا أَيِ اعْتِرَافًا Ve

عُرْفٌ [ʹurf] Atın yelesine denir; bunda râ’nın zammıyla da lügattır; yukâlu: مَا أَطْيَبَ عُرْفَ هَذَا الْفَرَسِ وَعُرُفَهُ أَيْ شَعْرَ عُنُقِهِ Ve

عُرْفٌ [ʹUrf] Bir mevziʹ adıdır. Ve bir recül ʹalemidir. Ve

عُرْفٌ [ʹurf] Yüksek kumluğa ve yüksek mekâna denir; râ’nın zammıyla da câ΄izdir. Cemʹi عُرَفٌ [ʹuref] gelir صُرَدٌ [ṡurad] vezninde ve أَعْرَافٌ [aʹrâf] gelir, أَقْفَالٌ [aḵfâl] vezninde. Ve

عُرْفٌ [ʹurf] Bir cins hurmâ ağacının ismidir, ʹalâ-kavlin sâ΄irlerden mukaddem yemiş veren hurmâ ağacına denir yâhûd Baḩreyn ülkesinde bir cins hurmâ ağacıdır ki بُرْشُومٌ [burşûm] dahi derler. Ve

عُرْفٌ [ʹurf] Ağaç kavunu ağacına denir. Ve kumluğun yüksek olan sırtına denir. Ve

عُرْفٌ [ʹurf] عَرُوفٌ [ʹarûf] lafzından ki صَبُورٌ [ṡabûr] maʹnâsınadır cemʹ olur, ke-mâ se-yecî΄u. Ve عَرْفَاءُ [ʹarfâ΄] lafzından cemʹ olur ki صَحْرَاءُ [ṡaḩrâ΄] veznindedir, ke-mâ se-yuzkeru. Ve أَحْمَرُ [aḩmer] vezninde أَعْرَفُ [aʹref] lafzından cemʹ olur, ke-mâ se-yecî΄u. Ve

عُرْفٌ [ʹurf] Peyderpey ve tetâbuʹ ve tevâlî maʹnâsına müstaʹmeldir; عُرْفٌ [ʹurf]-i feresten müsteʹârdır; ve minhu yukâlu: جَاءَ الْقَطَا عُرْفًا أَيْ بَعْضُهَا خَلْفَ بَعْضٍ ve yukâlu: جَاءَ الْقَوْمُ عُرْفًا عُرْفًا كَذَلِكَ أَيْ مُتَتَابِعًا Kîle ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿وَالْمُرْسَلاَتِ عُرْفًا﴾ وَهِيَ الْمَلَئِكَةُ أُرْسِلَتْ مُتَتَابِعَةً أَوْ أَرَادَ أَنَّهَا تُرْسَلُ بِالْمَعْرُوفِ

Vankulu Lugatı - العرف maddesi

اَلْعُرُفُ [el-ʹuruf] (zammeteynle) Yüksek olan kuma derler, remle-i mürtefiʹa maʹnâsına ve râ’nın sükûnu dahi câ΄izdir, عُسُرٌ [ʹusur] ile عُسْرٌ [ʹusr] gibi.

اَلْعُرَفُ [el-ʹuref] (ʹayn’ın zammı ve râ’nın fethiyle) Cemʹi, yüksek kumlar maʹnâsına.

اَلْعِرْفُ [el-ʹirf] (ʹayn’ın kesri ve râ’nın sükûnu ile) Bir nesneyi sonra bilmek.Pes ʹArabların “مَا عَرَفَ عِرْفِي إِلَّا بِأَخَرَةٍ” dedikleri kavllerinde عِرْفٌ [ʹirf] maʹrifet maʹnâsınadır ki مَا عَرَفَنِي إِلَّا أَخِيرًا demek olur.

اَلْعَرْفُ [el-ʹarf] (ʹayn’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) At yelesin kesmek; tekûlu: عَرَفْتُ الْفَرَسَ إِذَا جَزَزْتَ عُرْفَهُ Ve

عُرْفٌ [ʹurf] (ʹayn-ı mühmelenin zammı ile) At yelesine derler, nitekim gelir. Ve

عَرْفٌ [ʹarf] Râyihaya dahi derler gerek râyiha-i tayyibe olsun gerek habîse olsun; yukâlu: مَا أَطْيَبَ عَرْفَهُ Ve fi’l-meseli: “لَا يَعْجِزُ مَسْكُ السَّوْءِ عَنْ عَرْفِ السَّوءِ” Yaʹnî “Yatlı misk yatlı râyihadan kalmaz.”

اَلْعُرْفُ [el-ʹurf] (ʹayn’ın zammı ve râ’nın sükûnuyla) Bilinmek ki نُكْرٌ [nukr]un zıddıdır. Ve

عُرْفٌ [ʹurf] ʹÂdete ve ihsâna dahi derler; yukâlu: أَوْلَاهُ عُرْفًا Ve

عُرْفٌ [ʹurf] İsm dahi olur, إِعْتِرَافٌ [iʹtirâf]tan; minhu kavluhum: عَلَيَّ أَلْفٌ عُرْفًا أَيِ اعْتِرَافًا Pes bu te΄kîd olur. Ve

عُرْفٌ [ʹurf] At yelesine dahi derler. Ve kavluhu taʹâlâ: ﴿وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا﴾ (المرسلات، 1) مُسْتَعَارٌ مِنْ أَعْرَفَ الْفَرَسَ Yaʹnî irsâl olunan nesneler at yelesine teşbîh olunmuştur birbirine mütetâbiʹ olmakta. Ve baʹzılar eyitti: âyet-i kerîmede عُرْفٌ [ʹurf] ihsân maʹnâsınadır, yaʹnî ihsânla irsâl olunan nesneler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı