el-ʹannân ~ اَلْعَنَّانُ

Kamus-ı Muhit - العنان maddesi

اَلْعَنَّانُ [el-ʹannân] (شَدَّادٌ [şeddâd] vezninde) Hayr ve menfaʹat husûsunda batâ΄et üzere olan adama denir; yukâlu: هُوَ عَنَّانٌ عَنِ الْخَيْرِ أَيْ بَطِيءٌ مِنْهُ

اَلْعَنَانُ [el-ʹanân] (سَحَابٌ [seḩâb] vezninde) Buluta denir yâhûd suyu var iken yağdırmayan buluta denir; müfredi عَنَانَةٌ [ʹanânet]tir, havâda iʹtirâzına mebnîdir; yukâlu: ظَهَرَتْ فِي السَّمَاءِ عَنَانٌ أَيْ سَحَابٌ أَوْ هِيَ الَّتِي تُمْسِكُ الْمَاءَ Ve Benû ʹÂmir diyârında bir vâdî ismidir, üst tarafı Benû Caʹde’nin ve aşağı tarafı Benû Ḵuşeyr’in yurtlarıdır. Ve Ebû ʹAnân ve Ḩafṡ b. ʹAnân tâbiʹîlerdir. Mü΄ellif عَنَانِيَّةٌ [ʹAnâniyyet] dedikleri tâ΄ife-i Yehûdun zikrinden sükût eyledi ve bu Miṡbâḩ-ı Munîr’de meşrûhtur.

اَلْعِنَانُ [el-ʹinân] (كِتَابٌ [kitâb] vezninde) Bu dahi maʹnâ-yı evvelden ismdir عَنَنٌ [ʹanen] gibi ki bir nesne bir adamın önüne arkurudan gerilmeğe denir. Ve at geminin dizginine denir; cemʹi أَعِنَّةٌ [eʹinnet]tir ve عُنُنٌ [ʹunun]dur zammeteynle; atın gem gibi ağzına girmeyip iki tarafında arkuru muʹteriz olduğu için; yukâlu: جَعَلَ اللِّجَامَ عِنَانًا وَهُوَ السَّيْرُ الَّذِي تُمْسَكُ بِهِ الدَّابَّةُVe tekûlu’l-ʹArab: رَجُلٌ طَرِفُ الْعِنَانِ أَيْ خَفِيفٌ Yaʹnî “Cüst ve çâlâktır.” Burada طَرِفٌ [ṯarif] كَتِفٌ [ketif] veznindedir ki bir kimsenin sohbetinde sâbit olmayan adama denir. Ve عِنَانٌ [ʹinân] مُفَاعَلَةٌ [mufâʹalet]ten masdar olur, muʹâraza maʹnâsına; yukâlu: عَانَهُ عِنَانًا وَمُعَانَةً إِذَا عَارَضَهُ Ve

شَرِكَةُ الْعِنَانِ [şeriketu’l-ʹinân] Şol şerikete ıtlâk olunur ki iki adam bir mahsûs mâlda müşterek olup sâ΄ir mâllarında müşterek olmayalar, gûyâ ki o mâl önlerine arkuru gelmekle iştirâ ve ʹakd-i şeriket eylediler, ʹalâ-kavlin bir kimse bir mâla müşterî iken onun önüne gerilip bunda beni dahi şerîk eyle demekle ʹakd olunan şeriketten ʹibârettir. Ve bu sûret müşterî-i mezbûr mâl-ı merkûma kesb-i istihkâk eylemezden mukaddem olur. Ve baʹzılar dedi ki şeriket-i ʹinân şerikette berâber olmaktan ʹibârettir, yaʹnî iki tarafın sermâyesi müsâvî olmaktır ki o meydâna ne mikdâr akçe vazʹ eylemiş ise dîgeri dahi o kadar vazʹ eylemek vechiyle maʹkûd olan şeriket olur. Ve bu, عِنَانٌ [ʹinân]-ı feresten me΄hûzdur, zîrâ dizginin iki tâkı dahi besberâber olur; yukâlu: بَيْنَهُمَا شَرِكَةُ عِنَانٍ وَهِيَ أَنْ يَكُونَ فِي شَيْءٍ خَاصٍّ دُونَ سَائِرِ مَالِهِمَا أَوْ هُوَ أَنْ يُعَارِضَ رَجُلًا فِي الشِّرَاءِ فَيَقُولَ أَشْرِكْنِي مَعَكَ وَذَلِكَ قَبْلَ أَنْ يَسْتَوْجِبَ الْغَلَقُ أَوْ هُوَ أَنْ يَكُونَا سَوَاءً فِي الشَّرِكَةِ Mollâ Ḣusrev Durer’de sâ΄irden ahsen taʹrîf ve beyân eylemiştir, fe’lyurâcaʹ. Ve

عِنَانٌ [ʹinân] İnsânın sırtında bel tarafında uzun damara denir, iki tarafında olana عِنَانَا الْمَتْنِ [ʹinâne’l-metn] denir. Ve bir mevziʹ ve bir hatun ismidir.

Vankulu Lugatı - العنان maddesi

اَلْعَنَانُ [el-ʹanân] (ʹayn’ın fethi ve nûn’un tahfîfiyle) Bulut, sehâb maʹnâsına.

اَلْعِنَانُ [el-ʹinân] (ʹayn’ın kesriyle) Uyan çılbırı ki at rahtındandır.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı