اَلْقَسِيُّ [el-ḵasiyy] (غَنِيٌّ [ġaniyy] vezninde) Taş gibi pek ve katı olan nesneye denir. Ve züyûf akçeye denir; cemʹi قِسْيَانٌ [ḵisyân] gelir, صِبْيَانٌ [ṡibyân] gibi. Ve ısıdan yâ soğuktan yâhûd kaht makûlesi hâlâttan nâşî saht ve şedîd zamâna vasf olur; yukâlu: يَوْمٌ وَقَرَبٌ وَعَامٌ قَسِيٌّ أَيْ شَدِيدٌ مِنْ حَرٍّ أَوْ بَرْدٍ أَوْ قَحْطٍ وَنَحْوِهِ Ve
قَسِيُّ بْنُ مُنَبِّهٍ [Ḵasiyy b. Munebbih] Ebû kabîle olan Šaḵîf’in birâderidir.
اَلْقِسِيُّ [el-ḵisiyy] (ḵâf’ın ve sîn’in kesri ve yâ’nın teşdîdiyle) Cemʹi, yaylar maʹnâsına.
اَلْقَسِّيُّ [el-ḵassiyy] (ḵâf’ın fethi ve sîn’in ve yâ’nın teşdîdiyle) Bir cins bezdir ki Mıṡr’dan getirirler, harîr karışıktır. Ve fi’l-hadîsi: “أَنَّهُ نَهَى عَنْ لُبْسِ الْقَسِّيِّ” Ebû ʹUbeyd eyitti: Bu o bezdir ki vilâyet-i Ḵass’a mensûbdur ki ben o vilâyeti seyr etmişim dedi. Ve Aṡmaʹî: O vilâyet kandadır bilmezem dedi. Ve Ebû ʹUbeyd: Ashâb-ı hadîs bunu ḵâf’ın kesriyle rivâyet kılar ve ehl-i Mıṡr ḵâf’ın fethiyle rivâyet kılar dedi.
اَلْقَسِيُّ [el-ḵasiyy] (ḵâf’ın fethi ve sîn’in kesri ve yâ’nın teşdîdiyle) Bir cins akçedir ki züyûf kısmındandır; yukâlu: دَرَاهِمُ قَسِيٌّ أَيْ فِضَّتُهَا رَدِيئَةٌ لَيْسَتْ بِلَيِّنَةٍ Ve
قَسِيٌّ [ḵasiyy] Şedîd olan güne dahi derler; yukâlu: يَوْمٌ قَسِيٌّ أَيْ شَدِيدٌ مِنْ خَيْرٍ أَوْ شَرٍّ Ve
قَسِيٌّ [Ḵasiyy] Šaḵîf nâm kimsenin dahi lakabıdır. Ebû ʹUbeyd eyitti: Zîrâ mezbûr Ebû Riġâl’ı ehl-i tasdîk iken katl etmişti, ona binâ΄en قَدْ قَسَى قَلْبُهُ denilmeğin قَسِيٌّ [Ḵasiyy] dediler.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı