el-miḵṯaʹ ~ اَلْمِقْطَعُ

Kamus-ı Muhit - المقطع maddesi

اَلْمُقْطِعُ [el-muḵṯiʹ] (مُحْسِنٌ [muḩsin] vezninde) Delîl ve hucceti munkatıʹ olmakla mülzem ve mebhût olan adama denir; yukâlu: كَانَ مُقْطِعًا أَيِ انْقَطَعَتْ حُجَّتُهُ

اَلْقَطْعُ [el-ḵaṯʹ] (ḵâf’ın fethi ve ṯâ’nın sükûnuyla) ve

اَلْمَقْطَعُ [el-maḵṯaʹ] (مَقْعَدٌ [maḵʹad] vezninde) ve

اَلتِّقِطَّاعُ [et-tiḵiṯṯâʹ] (tâ’nın ve ḵâf’ın kesri ve ṯâ’nın teşdîdiyle) Kesmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَطَعَهُ قَطْعًا وَمَقْطَعًا وَتِقِطَّاعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا أَبَانَهُ Ve

قَطْعٌ [ḵaṯʹ] ve

قُطُوعٌ [ḵuṯûʹ] (رُجُوعٌ [rucûʹ] vezninde) Gemi ve kayık makûlesiyle suyu öte geçmek yâhûd yüzüp yıldırmakla geçmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَطَعَ النَّهْرَ قَطْعًا وَقُطُوعًا إِذَا عَبَرَهُ أَوْ شَقَّهُ Ve

قَطْعٌ [ḵaṯʹ] Kamçı ile yâhûd ağaç yarmasıyla vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَطَعَ فُلاَنًا إِذَا ضَرَبَهُ بِالْقَطِيعِ Ve bir adamı delîl ve burhânla ilzâm eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَطَعَهُ بِالْحُجَّةِ إِذَا بَكَّتَهُ Ve

قَطْعُ لِسَانٍ [ḵaṯʹu lisân] İhsân ile iskât eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَطَعَ لِسَانَهُ إِذَا أَسْكَتَهُ بِإِحْسَانِهِ إِلَيْهِ Ve

قَطْعُ رَحِمٍ [ḵaṯʹ-ı raḩim] Sıla-i rahimi terk ve ferâmûş eylemekten ʹibârettir; yukâlu: قَطَعَ رَحِمَهُ إِذَا هَجَرَهَا وَعَقَّهَا Ve

قَطْعٌ بِالْحَبْلِ [ḵaṯʹ bi’l-ḩabl] Kendi boğazına ip geçirip boğunmaktan ʹibârettir; yukâlu: قَطَعَ فُلاَنٌ بِالْحَبْلِ إِذَا اخْتَنَقَ Ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ﴾ أَيْ لِيَخْتَنِقْ Zîrâ kendi kendisini salb ve ihtinâk eden kimse tavana ipi bend edip bir ucunu gerdanına geçirmekle ayağı yerden kesilip boğulup helâk olur. Ve

قَطْعُ الْحَوْضِ [ḵaṯʹu’l-ḩavḋ] Havuzu nısfına kadar doldurduktan sonra suyunu kesmekten ʹibârettir; yukâlu: قَطَعَ الْحَوْضَ إِذَا مَلَأَهُ إِلَى نِصْفِهِ ثُمَّ قَطَعَ عَنْهُ الْمَاءَ Ve

قَطْعُ عُنُقِ الدَّابَّةِ [ḵaṯʹu ʹunuḵi’d-dâbbet] Davarını satmaktan ʹibârettir; yukâlu: قَطَعَ عُنُقَ دَابَّتِهِ إِذَا بَاعَهَا Ve

قَطْعُ الثَّوْبِ [ḵaṯʹu’šamp;-šamp;evb] Libâsın kesimi bedenin biçimine râst ve tamâm gelmekten ʹibârettir; tekûlu: قَطَعَنِي الثَّوْبُ أَيْ كَفَانِي لِتَقْطِيعِي

اَلْمُقْطَعُ [el-muḵṯaʹ] (مُكْرَمٌ [mukrem] vezninde) Şol erkek deveye denir ki dişiye aşmaktan külâl gelip ʹâciz ve fürûmânde ola; yukâlu: بَعِيرٌ مُقْطَعٌ إِذَا كَانَ قَدْ جَفَرَ عَنِ الضِّرَابِ Ve şol kimseye denir ki süst-endâm olmakla aslâ cimâʹ irâdesinde olmaya; yukâlu: هُوَ مُقْطَعٌ إِذَا كَانَ لاَ يُرِيدُ النِّسَاءَ يَعْنِي لِعَجْزِهِ Ve defter-i dîvânda ism ve resmi ve vazîfe ve ʹulûfesi ve idrârât-ı mîriyyesi olmayan ḣâmil kimseye ıtlâk olunur; yukâlu: فُلاَنٌ مُقْطَعٌ أَيْ لاَ دِيوَانَ لَهُ Ve hüzâlden kurtulup kalkmış deveye denir. Ve ehl ve kavminden munkatıʹ olan garîbe ıtlâk olunur; yukâlu: هُوَ مُقْطَعٌ أَيْ غَرِيبٌ أُقْطِعَ عَنْ أَهْلِهِ Ve şol adama ıtlâk olunur ki cânib-i mîrîden eşbâh ve akrânına ʹulûfe ve vazîfe takdîr ve taʹyîn olunup kendisi mühmel ve mahrûm ola; yukâlu: رَجُلٌ مُقْطَعٌ إِذَا كَانَ قَدْ فُرِضَ لِنُظَرَائِهِ وَتُرِكَ هُوَ Ve nehrin inkıtâʹ bulduğu mevziʹe denir; yukâlu: هُوَ مُقْطَعُ النَّهْرِ أَيِ الْمَوْضِعُ الَّذِي يُقْطَعُ فِيهِ النَّهْرُ

Vankulu Lugatı - المقطع maddesi

اَلْمِقْطَعُ [el-miḵṯaʹ] (mîm’in kesri ve ṯâ’nın fethiyle) Âlet-i katʹ olan nesne.

اَلْمُقْطِعُ [el-muḵṯiʹ] (mîm’in zammı ve ṯâ’nın kesriyle) Hucceti munkatıʹ olan.

اَلْمَقْطَعُ [el-maḵṯaʹ] (mîm’in ve ṯâ’nın fethi ile) Kesilecek yer, مَقْطَعُ الرَّمْلِ derler kumun nihâyet bulduğu yere ki ondan öte kum olmaya.

اَلْمُقْطَعُ [el-muḵṯaʹ] (mîm’in zammı ve ḵâf’ın sükûnu ve ṯâ’nın fethiyle) Şol erkek devedir ki dişi deveye varmadan ʹâciz olup ibâ eyleye. Ve kezâlik مُقْطَعٌ [muḵṯaʹ] şol kimsedir ki akrânına ʹatiyye takdîr olunup ona olunmaya. Ve

مُقْطَعٌ [muḵṯaʹ] Şol kimseye dahi derler ki garîb olup ehlinden munkatıʹ ola.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı