Ḣulef ~ خُلَفٌ

Kamus-ı Muhit - خلف maddesi

خُلَفٌ [Ḣulef] (صُرَدٌ [ṡurad] vezninde)

خُلُفٌ [Ḣuluf] (zammeteynle) Yemen’de bir karye adıdır.

اَلْخِلْفُ [el-ḣilf] (ḣâ’nın kesriyle) Muhtelif olan şey΄e denir. Birbirine muhtelif olan iki şey΄e خِلْفَانِ [ḣilfân] denir, meselâ kuyudan kovanın biri suʹûd ve biri nüzûl eylese ehadühümâ âhere nisbetle خِلْفٌ [ḣilf]tir, خِلْفَةٌ [ḣilfet] dahi denir. Ve

خِلْفٌ [ḣilf] Önegü kimseye denir; yukâlu: رَجُلٌ خِلْفٌ أَيْ لَجُوجٌ Ve إِخْلاَفٌ [iḣlâf] lafzından ism olur ki kuyudan su çekmeğe denir. Ve yaz mevsiminde biten çayıra ve otluğa denir. Ve bedende karna doğru gelen hurde eyegülere denir. Ve nâkanın memesi emciğine yâhûd ucuna ki düğmesi olacaktır, ʹalâ-kavlin enseye gelen emciğine denir. Ve ʹinde’l-baʹz خِلْفٌ [ḣilf] nâkanın memesine mahsûstur, niteki koyunun memesine ضَرْعٌ [ḋarʹ] hâstır. Ve hayvân bir sene erkek ve bir sene dişi doğursa o yavruların her birine خِلْفٌ [ḣilf] ve ikisine خِلْفَيْنِ [ḣilfeyn] denir; yukâlu: وَلَدَتِ الشَّاةُ خِلْفَيْنِ إِذَا وَلَدَتْ سَنَةً ذَكَرًا وَسَنَةً أُنْثَى

اَلْخَلَفُ [el-ḣalef] (fethateynle) Pederinden sonra kalan veled-i sâliha denir. Eğer veled-i fâsid ise lâm’ını iskân ile خَلْفٌ [ḣalf] denir. Ve gâh olur ki ehadühümâ âherin makâmında istiʹmâl olunur; yukâlu: هُوَ خَلَفُ صِدْقٍ مِنْ أَبِيهِ إِذَا قَامَ مَقَامَهُ ʹAlâ-kavlin ikisi de müsâvîdir. İmâm Leyšamp; dedi ki lâm’ın sükûnuyla خَلْفٌ [ḣalf] eşrâr olan kâ΄im-makâma ve خَلَفٌ [ḣalef] ahyârına mahsûstur ki fethateynledir; fe-yukâlu: بَقِيَ مِنْهُ خَلَفٌ بِالْفَتْحَتَيْنِ أَيْ وَلَدٌ صَالِحٌ وَخَلْفٌ أَيْ شِرِّيرٌ Ve

خَلَفٌ [ḣalef] (fethateynle) İstihlâf olunmuş nesneye denir, kâ΄im-makâm ve ʹıvaz ve bedel ittihâz olunan nesne gibi; ve minhu tekûlu: أَعْطَاكَ اللهُ خَلَفًا عَنْ تَلَفٍ وَهُوَ مَا يُسْتَخْلَفُ مِنْ شَيْءٍ Ve

خَلَفٌ [ḣalef] أَخْلَفُ [aḣlef] lafzından masdar olur, bir adam solak olmak maʹnâsına; yukâlu: خَلِفَ الرَّجُلُ خَلَفًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا كَانَ أَخْلَفَ أَيْ أَعْسَرَ Ve şaşı gözlü olmak maʹnâsına; yukâlu: خَلِفَ فُلاَنٌ إِذَا كَانَ أَخْلَفَ أَيْ أَحْوَلَ Ve dâ΄imâ sol yanı üzere yengeç gibi yanın yanın yürür gibi olmak maʹnâsınadır; yukâlu: خَلِفَ الرَّجُلُ إِذَا كَانَ مُخَالِفًا عَسِرًا كَأَنَّهُ يَمْشِي عَلَى شِقٍّ Mü΄ellif maʹnâ-yı sâlisi tekrâr eylemiştir. Ve

خَلَفٌ [Ḣalef] Esmâdandır: Ḣalef b. Eyyûb ve Ḣalef b. Temîm ve Ḣalef b. Ḣâlid ve Ḣalef b. Ḣalîfe ve Ḣalef b. Sâlim ve Ḣalef b. Mehdân ve Ḣalef b. Mûsâ ve Ḣalef b. Hişâm ve Ḣalef b. Muḩammed ve Ḣalef b. Mehrân muhaddislerdir. Ve Ebû Ḣalef iki nefer tâbiʹîlerdir. Ve

خَلَفٌ [ḣalef] Nâka gebe olmak maʹnâsınadır; yukâlu: خَلِفَتِ النَّاقَةُ خَلَفًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا كَانَ خَلِفَةً أَيْ حَامِلاً

خَلْفٌ [ḣalf] (harf-i taʹrîfsiz ḣâ’nın fethi ve lâm’ın sükûnuyla yâhûd harf-i taʹrîfle) Cihât-ı sitt aksâmındandır, art tarafa denir ki قُدَّامٌ [ḵuddâm] mukâbilidir; yukâlu: جَلَسَ خَلْفَهُ وَهُوَ نَقِيضُ قُدَّامَهُ Ve bir karndan sonra gelen karna ıtlâk olunur, gerek vâhid ve gerek cemâʹat olsun; yukâlu: هُوَ خَلْفُ سُوءٍ وَهُؤَلاَءِ خَلْفُ سُوءٍ Ve yaramaz ve kemter söze ıtlâk olunur; ve minhu: سَكَتَ أَلْفًا نَطَقَ خَلْفًا Ve kuyudan su çekmek maʹnâsına masdar olur; yukâlu: خَلَفَ الرَّجُلُ خَلْفًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا اسْتَقَى Ve

خَلْفٌ [ḣalf] Çadırın ardına direk komak maʹnâsınadır; yukâlu: خَلَفَ بَيْتَهُ إِذَا جَعَلَ لَهُ عَمُودًا فِي مُؤَخَّرِهِ Ve bir kimseden sonraya kalmak yâhûd ona câ-nişîn olmak maʹnâsınadır; yukâlu: خَلَفَ أَبَاهُ إِذَا صَارَ خَلْفَهُ أَوْ مَكَانَهُ Ve yırtık sevbi yamayıp ıslâh eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: خَلَفَ الثَّوْبَ إِذَا أَصْلَحَهُ Ve geriye kalmak maʹnâsınadır; yukâlu: خَلَفَ عَنْ أَصْحَابِهِ إِذَا تَخَلَّفَ

خَلْفٌ [ḣalf] Baltanın ağzına yâhûd başına denir; yukâlu: ضَرَبَهُ بِخَلْفِ الْفَأْسِ أَيْ بِحَدِّهِ أَوْ رَأْسِهِ Ve aslâ bir kimseye hayr ve menfaʹati olmayan adama denir; yukâlu: رَجُلٌ خَلْفٌ أَيْ لاَ خَيْرَ فِيهِ Ve kabîleden giden obaya denir. Ve gitmeyip yerinden kalan obaya denmekle zıdd olur; cemʹi خُلُوفٌ [ḣulûf] gelir ḣâ’nın zammıyla; yukâlu: هُوَ خَلْفٌ مِنْهُمْ وَهُمْ خُلُوفٌ أَيِ الَّذِينَ ذَهَبُوا مِنَ الْحَيِّ وَكَذَا مَنْ حَضَرَ مِنْهُمْ Ve büyük baltaya ve nacağa, ʹalâ-kavlin bir başlı baltaya denir. Ve usturanın başına denir. Ve nesl ve zürriyyete denir; yukâlu: لَهُ خَلْفٌ كَثِيرٌ أَيْ نَسْلٌ Ve yanda olan eyegülerin en kısasına denir ki öksüzce eyegü taʹbîr olunur; bunun da cemʹi خُلُوفٌ [ḣulûf] gelir. Ve hurmâ serip kurutacak yere denir, مِرْبَدٌ [mirbed] maʹnâsınadır, ʹalâ-kavlin obanın ensesinde olanına denir. Ve arkaya ıtlâk olunur; yukâlu: ضَرَبَهُ خَلْفَهُ أَيْ ظَهْرَهُ Ve eski kırbaya ve tuluma denir. Ve sonra ve baʹd maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: لَبِثَ خَلْفَهُ أَيْ بَعْدَهُ Ve ʹıvaz vermek maʹnâsına müstaʹmeldir, ke-mâ se-yuzkeru. Ve bir kimseyi ardından tutmak maʹnâsınadır; yukâlu: خَلَفَهُ إِذَا أَخَذَهُ مِنْ خَلْفِهِ Ve birinin makâmına خَلِيفَةٌ [ḣalîfet] olmak maʹnâsınadır; ve minhu yukâlu: خَلَفَ اللهُ عَلَيْكَ أَيْ كَانَ اللهُ خَلِيفَةَ مَنْ فَقَدْتَهُ عَلَيْكَ Şârih der ki eğer mefkûd olandan ʹıvaz mümkin ise mezîdden أَخْلَفَ اللهُ عَلَيْكَ denir, meselâ veledi vefât eden kimseye böyle denir. Ve eğer ʹıvaz mümkin değil ise vefât-ı peder gibi sülâsîden خَلَفَ اللهُ عَلَيْكَ denir. İntehâ. Ve

Vankulu Lugatı - خلف maddesi

اَلْخُلْفُ [el-ḣulf] (ḣâ’nın zammı ve lâm’ın sükûnuyla) İsmdir, إِخْلَافٌ [iḣlâf]tan. Ve

خُلْفٌ [ḣulf] Müstakbelâta nazaran istiʹmâl olunur,كَذِبٌ [kezib] mâzîlere nazaran istiʹmâl olunduğu gibi.

اَلْخَلَفُ [el-ḣalef] (fethateynle) Kâ΄im-i makâm maʹnâsına; yukâlu: هُوَ خَلَفُ سُوءٍ مِنْ أَبِيهِ إِذَا قَامَ مَقَامَهُ Aḣfeş eyitti: Bunda feth ve sükûn berâberdir, izâfet ve ifrâd hâlinde.Ve baʹzılar izâfette tahrîk edip خَلَفُ صِدْقٍ der ve ifrâdda sâkin kılıp bununla izâfet ve ifrâd hâletlerinin farkın eder. Ve

خَلَفٌ [ḣalef] Halîfe nasb olunan kimseye de derler.

اَلْخَلْفُ [el-ḣalf] Art ki قُدَّامٌ [ḵuddâm]ın nakîzidir. Ve

خَلْفٌ [ḣalf] Bir karndan sonra gelen karna dahi derler; yukâlu: هَؤُلَاءِ خَلْفٌ سُودٌ Bu kelâmı şol kimseler hakkında söylerler ki kendilerden ekser olan kavmin ardınca gelmiş olalar. Ve

خَلْفٌ [ḣalf] Yaramaz sözü dahi derler; yukâlu: “سَكَتَ أَلْفًا وَنَطَقَ خَلْفًا” Yaʹnî “Bin iyi söz mahallinde sâkit olup bir söz söyledi ve onu dahi yaramaz söyledi.” Ebû Yûsuf eyitti: İbnu’l-Aʹrâbî’den rivâyettir ki bir aʹrâbî bir kavmle otururken yellendi ve hacâlet lâzım oldukta baş parmağıyla dübürüne işâret edip eyitti: “إِنَّهَا خَلْفٌ نَطَقَتْ خَلْفًا” Yaʹnî dûn ve kerîh olan kimsenin kelâmı dahi hâline göre dûn ve kerîh olur. Ve

خَلْفٌ [ḣalf] Kuyudan su çekmeğe dahi derler; yukâlu: خَلَفَ يَخْلِفُ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي Ve

خَلْفٌ [ḣalf] Ortası eskiyen bezin eski yerin çıkarıp iki cânibin birbirine dikmeğe dahi derler; yukâlu: خَلَفْتُ الثَّوْبَ أَخْلُفُهُ إِذَا بَلِيَ وَسَطُهُ وَأَخْرَجْتَ الْبَالِيَ مِنْهُ ثُمَّ لَفَقْتَهُ Ve

خَلْفٌ [ḣalf] Pehlûda olan eyegü kemiklerinin kısasına dahi derler. Ve

خَلْفٌ [ḣalf] Bir kimsenin kâ΄im-makâmına dahi derler. Ve

خَلْفٌ [ḣalf] بَعْد [baʹd] maʹnâsınadahi gelir; yukâlu: جَلَسْتُ خَلْفَ فُلَانٍ أَيْ بَعْدَهُ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı