طُرَّةُ [Ṯurret] (tâ’nın zammıyla) İfrîḵiyye’de bir belde adıdır.
اَلطُّرَّةُ [eṯ-ṯurret] (tâ’nın zammıyla) Sevbin saçaksız olan cânibine denir; katʹ maʹnâsından me΄hûzdur; yukâlu: ثَوْبٌ لَهُ طُرَّةٌ حَسَنَةٌ وَهِيَ جَانِبُهُ الَّذِي لاَ هُدْبَ لَهُ Ve çayın ve derenin kıyısına denir; yukâlu: أَخَذَ يَمْشِي طُرَّةَ النَّهْرِ وَالْوَادِي أَيْ شَفِيرَهُ Ve her şey΄in ucuna ve kenârına denir; yukâlu: قَطَعَ طُرَّتَهُ أَيْ طَرَفَهُ وَحَرْفَهُ Ve cebhede olan mutlakan saça ıtlâk olunur, uzadıkça kesilip perdâhte olduğu için; yukâlu: جَارِيَةٌ لَهَا طُرَّةٌ لَطِيفَةٌ أَيْ نَاصِيَةٌ Ve sevb ve kumaşın kenârlarında kılâbdan makûlesiyle çekilen nişâneye ve etrâfına çevrilen atlas makûlesi sincefine denir. Ve azık çantasına denir, مَزَادَةٌ [mezâdet] maʹnâsına. Ve
طُرَّةُ الْحِمَارِ [ṯurretu’l-ḩimâr] Eşek kısmının kürekleri üzerinden beline doğru halkî çekilmiş hatta denir ki levnine muhâlif olur. İki tarafında olan hatlara طُرَّتَانِ [ṯurretân] denir; yukâlu: حِمَارٌ ذُو طُرَّتَيْنِ وَهُمَا خُطَّتَانِ عَلَى كَتِفَيْهِ Ve buna جُدَّةً [cuddet] dahi derler. Ve
طُرَّةُ السَّحَابِ [ṯurretu’s-seḩâb] Tûlânî sehâb tarîkasına ıtlâk olunur. Ve
طُرَّةٌ [ṯurret] Tâze kızların cebhelerinde gîsûlarından kesilmiş kâkül taʹbîr olunan zülf kıtʹasına denir ki takye ve fes makûlesi kisvet altlarından damga-yı kumaş gibi nümâyân olur. Ve gâhca رَامَكٌ [râmek] dedikleri hoş-bû ve mümessek terkîbden nezâketle yapma ederler ve ona طُرُورٌ [ṯûrûr] dahi denir. Ve طُرَّةٌ [ṯurret]in cemʹi طُرَرٌ [ṯurer] gelir, دُرَرٌ [durer] gibi ve طِرَارٌ [ṯirâr] gelir ṯâ’nın kesriyle.
اَلْأَطْرَارُ [el-aṯrâr] (hemzenin fethi ve ṯâ’nın sükûnuyla) Etrâf maʹnâsınadır; yukâlu: أَطْرَارُ الْبِلَادِ لِأَطْرَافِهَا Ve
طُرَّةٌ [ṯurret] Alın kılına dahi derler, نَاصِيَةٌ maʹnâsına.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı