ʹAḵḵâb ~ عَقَّابٌ

Kamus-ı Muhit - عقاب maddesi

عَقَّابٌ [ʹAḵḵâb] (كَتَّانٌ [kettân] vezninde) Esâmîdendir: ʹAbdulmelik b. ʹAḵḵâb muhaddisîndendir.

Mütercim der ki عُقَابٌ [ʹuḵâb] seyyid-i cevârih-i tuyûrdur ve نَسْرٌ [nesr] ki kara kuş dedikleri alıcı kuştur, ʹarîf ve nakîbleridir. Fârisîde tavşancıla âlüh denir ve نَسْرٌ [nesr] dediğine kerkes denir, Türkîde kara kuş derler, alıcı kuştur. Doğan ve şâhîn makûlesi cevârihe hücûm edip alır ve lisânımızda gerçi akbaba dediklerine kerkes ıtlâkı meşhûrdur, lâkin sahîh değildir. Cemîʹ-i saydiyye ve sâ΄ir kütüb-i lügatten münfehim olduğu üzere akbabaya Fârisîde kerkes-i sepîd ve ʹArabîde مَضْرَحِيٌّ [maḋraḩiyy] denir. Gerçi mü΄ellif مَضْرَحِيٌّ [maḋraḩiyy]i صَقْرٌ [ṡaḵr] ile tefsîr eylemiştir, lâkin vech-i mezkûr üzere ekserînin kavli zikr eylediğimiz üzeredir. Ve عُقَابٌ [ʹuḵâb] mü΄ennes-i semâʹîdir vezn-i sânî cemʹ-i kesretidir ve cemʹü’l-cemʹi عَقَابِينُ [ʹaḵâbîn] gelir, bir şikârı aldıktan sonra şikâr-ı âheri teʹâkub eylemesi bâʹis-i tesmiyedir. İntehâ. Ve

عُقَابٌ [ʹuḵâb] Baʹzı kuyu içre olan şol tümsek sivri taşa denir ki dokunan kovayı hark eder. Ve baʹzı dağın sırtında ve böğründe merdiven şeklinde sövelip duran yalçın kayaya denir. Ve şol bâdem şeklinde mühreye denir ki davarın ayaklarının birinde zuhûr eder. Ve küpe halkasının deliklerinde olan küçük ipliğe denir. Ve havuza su akacak su yoluna denir. Ve kuyu kenârında vâkiʹ şol taşa denir ki ona basıp su çekerler. Ve

عُقَابُ [ʹUḵâb] Bir niçe feres ismidir. Ve sultânü’l-enbiyâʹ ʹaleyhi efdalu’t-tehâyâ hazretlerinin sancakları adıdır; iri ve büyük olduğu için tesmiye olundu. Ve yüksek tepeye ve bayıra denir. Ve mutlakan yüksek olup pek tûlânî olmayan yere denir. Ve bir dişi kelbin ve bir ʹavretin ismidir.

Vankulu Lugatı - عقاب maddesi

اَلْعِقَابُ [el-ʹiḵâb] (kesr ile) ve

اَلْمُعَاقَبَةُ [el-muʹâḵabet] (mîm’in zammı ve ḵâf’ın fethiyle) عُقُوبَةٌ [ʹuḵûbet] etmek; yukâlu: عَاقَبَهُ بِذَنْبِهِ Ve ganîmet bulmağa dahi derler; kâlallâhu taʹâlâ: ﴿فَعَاقَبْتُمْ﴾ (الممتحنة 11) أَيْ فَغَنِمْتُمْ Ve

مُعَاقَبَةٌ [muʹâḵabet] Münâvebe maʹnâsına da gelir, ʹalâ-mâ merre. Ve

مُعَاقَبَةٌ [muʹâḵabet] عَقِبٌ [ʹaḵib]ince gelmeğe dahir derler; yukâlu: عَاقَبَهُ أَيْ جَاءَ بِعَقِبِهِ Ve

عِقَابٌ [ʹiḵâb] عُقْبَةٌ [ʹuḵbet]in cemʹi dahi gelir.

اَلْعَقَنْبَاةُ [el-ʹaḵanbât] ve اَلْعَبَنْقَاةُ [el-ʹabenḵât] ve اَلْبَعَنْقَاةُ [el-beʹanḵât] (ʹayn’ın ve ḵâf’ın fethiyle cümlesi bir vezn üzere kalb-i hurûf üzere) Keskin tırnaklı demektir; yukâlu: عُقَابٌ عَقَنْبَاةٌ وَعَبَنْقَاةٌ وَبَعَنْقَاةٌ Ve sancağın ʹalemine dahi عُقَابٌ [ʹuḵâb] derler. Ve

عُقَابٌ [ʹuḵâb] Kuyu dibinde olan şol taşa da derler ki kuyu dibine inen kovayı pâralar. Ve dağ kenârında olan yüce kayaya dahi derler ki merdiven gibi ola.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı