Ḵuraʹ ~ قُرَعُ

Kamus-ı Muhit - قرع maddesi

قُرَعُ [Ḵuraʹ] (زُفَرُ [zufer] vezninde) Yemen’de bir karye adıdır.

قَرَعٌ [ḵaraʹ] Bir adamın hânümânı devâbb ve mevâşîden tehî kalmak maʹnâsınadır ki felâket ve idbârdan kinâyedir; yukâlu: قَرِعَ الْفِنَاءُ قَرْعًا وَيُحَرَّكُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا خَلاَ مِنَ الْغَاشِيَةِ ve yukâlu: قَرِعَ الْحَجُّ إِذَا خَلَتْ أَيَّامُهُ مِنَ النَّاسِ

اَلْقُرْعُ [el-Ḵurʹ] (ḵâf’ın zammıyla) Şâm diyârında niçe vâdî ismidir. Ve أَقْرَعُ [aḵraʹ] lafzından cemʹ olur, ke-mâ se-yuzkeru. Ve

قُرْعٌ [ḵurʹ] Otsuz dazlak yerlere ıtlâk olunur ki yine أَقْرَعُ [aḵraʹ] lafzının cemʹidir; yukâlu: رِيَاضٌ قُرْعٌ أَيْ بِلاَ كَلَإٍ

اَلْقَرْعُ [el-ḵarʹ] (فَرْعٌ [ferʹ] vezninde) Kapı çalmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَعَ الْبَابَ قَرْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا دَقَّهُ ve minhu’l-meselu: “مَنْ قَرَعَ بَابًا وَلَجَّ وَلَجَ” Yaʹnî “Bir kapıyı ilhâh ve ikdâmla çalan adam elbette açtırıp içerisine duhûl eder.” Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Değnekle vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَعَ رَأْسَهُ بِالْعَصَا إِذَا ضَرَبَهُ بِهَا ve minhu’l-meselu: “إِنَّ الْعَصَا قُرِعَتْ لِذِي الْحُلْمِ” En evvel قَرْعٌ [ḵarʹ]-ı ʹasâ olunan kimsede yaʹnî mesel-i mezbûrun menşe΄inde ihtilâf olunmuştur. Baʹzılar ʹÂmir b. eż-Żarib ve baʹzılar Ḵays b. Ḣâlid ve baʹzılar ʹAmr b. Cumuʹa ve baʹzılar ʹAmr b. Mâlik dediler. ʹİnde’l-mü΄ellif ʹÂmir müraccahtır, merkûm be-gâyet pîr yâhûd muʹammerînden olmakla üç yüz yaşına vardıkta kendi re΄yine iʹtinâ ve iʹtimâdı olmamakla oğullarına tenbîh eyledi ki “Mesâlih-i nâsı temşît vaktinde eğer kelâmım üslûb-ı nizâmdan çıkıp beyhûde ve hilâf semtine munsarıf olursa, ʹasâ ile işbu duvarda yâhûd yerde olan kalkanı قَرْعٌ [ḵarʹ] edip beni âgâh edesiz.” Mesel-i mezbûr ehl-i ʹakl u rüşd olan adam ednâ tenbîh ile mütenebbih olur diyecek yerde darb olunur. Burada حُلْمٌ [ḩulm] ḩâ’nın zammıyla ʹakl ve rüşd maʹnâsınadır. Ve

قَرْعُ جَبْهَةٍ [ḵarʹu cebhet] Dolu kabın içinde olanını bi’l-cümle süpürüp içmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَرَعَ الشَّارِبُ جَبْهَتَهُ بِالْإِنَاءِ إِذَا اشْتَفَّ مَا فِيهِ Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] ve

قِرَاعٌ [ḵirâʹ] (كِتَابٌ [kitâb] vezninde) Buğur nâkaya aşmak maʹnâsınadır; sığır cinsinde yalnız قِرَاعٌ [ḵirâʹ] mahsûstur; yukâlu: قَرَعَ الْفَحْلُ النَّاقَةَ قَرْعًا وَقِرَاعًا وَالثَّوْرُ الْبَقَرَةَ قِرَاعًا إِذَا ضَرَبَهَا Ve bir kimse te΄essüf ve nedâmetten nâşî dişlerini birbirine sürüp gıcırdatmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: قَرَعَ فُلاَنٌ سِنَّهُ إِذَا حَرَقَهُ نَدَمًا Ve kurʹa atmak bâbında sâ΄irlere gâlib olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَعَهُمْ قَرْعًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا غَلَبَهُمْ بِالْقُرْعَةِ Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Kabak taʹbîr olunan sebzeye denir, حَمْلُ الْيَقْطِينِ [ḩamlu’l-yaḵṯîn] maʹnâsına; müfredi قَرْعَةٌ [ḵarʹat]tır. Ve

قَرْعٌ [Ḵarʹ] Esâmîdendir: eş-Şâh b. Ḵarʹ, Fuḋayl b. ʹIyâḋ’dan rivâyet-i hadîs eyledi. Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] ve fethateynle

Vankulu Lugatı - قرع maddesi

اَلْقَرْعُ [el-ḵarʹ] (ḵâf’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Kakmak; yukâlu: قَرَعْتُ الْبَابَ أَقْرَعُهُ قَرْعًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ Ve ʹArabların “إِنَّ الْعَصَا قُرِعَتْ لِذِي الْحِلْمِ” dedikleri kavllerinden murâd budur ki ʹArab hâkimlerinden biri pîr olup hirâfet mertebesine vardıkta kızına eyitti: Kaçan hükmümde bir muhalif vazʹ edersem bana tenbîh için ʹasâ ile kalkanı dakk eyle tâ ki mütenebbih olup rücûʹ eyleyem dedi. Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Başa değnek ile vurmağa dahi derler, فَرْعٌ [ferʹ] maʹnâsına fâ ile nitekim mürûr etti; yukâlu: قَرَعْتُ رَأْسَهُ بِالْعَصَا قَرْعًا Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Kâsede olanı hep içti demek mahallinde dahi istiʹmâl olunur; yukâlu: قَرَعَ الشَّارِبُ بِالْإِنَاءِ جَبْهَتَهُ Yaʹnî kâsenin kenârıyla alnını vurdu içinde olanı cümleten içmekle. Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Erkek, dişiye varmağa dahi derler; yukâlu: قَرَعَ الْفَحْلُ النَّاقَةَ يَقْرَعُهَا قَرْعًا Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Kabağa dahi derler حِمْلُ الْيَقْطِينِ maʹnâsına. Ve يَقْطِينٌ [yaḵṯîn] kabak teveğine derler. Ve

قَرْعُ الْمِيسَمِ [ḵarʹu’l-mîsem] Dâg vuracak âlete dahi derler. Ve

قَرْعٌ [ḵarʹ] Ev önü davardan hâlî olmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: قَرِعَ الْفِنَاءُ إِذَا خَلَا مِنَ الْغَاشِيَةِ Yaʹnî kaçan finâ-yı dâr غَاشِيَةٌ [ġâşiyet]ten hâlî olsa. Ve غَاشِيَةٌ [ġâşiyet]ten murâd ev önünde yatan davardır; yukâlu: نَعُوذُ بِاللهِ مِنْ قَرْعِ الْفِنَاءِ وَصَفَرِ الْإِنَاءِ Ve صَفَرٌ [ṡafer] dahi hâlî olmak maʹnâsınadır. Ve مُرَاحٌ قَرِعٌ [murâḩ ḵariʹ] dahi derler râ’nın kesriyle, kaçan deve durduğu yer deveden hâlî olsa. Ve Šaʹleb eyitti: نَعُوذُ بِاللهِ مِنْ قَرْعِ الْفِنَاءِ derler râ’nın sükûnuyla, lâkin bu kıyâsa muhâliftir, zîrâ bâb-ı râbiʹ lâzım oldukta masdarı fethateynle gelir, sükûn ile gelmek kıyâsa muhâliftir. Ve fi’l-hadîsi ʹan ʹÖmer radıyallâhu ʹanhu: “قَرِعَ حَجُّكُمْ” أَيْ حَلَّتْ أَيَّامُ الْحَجِّ مِنَ النَّاسِ Ve belâ erişmeğe dahi derler; yukâlu: قَرِعَتْهُمْ قَوَارِعُ الدَّهْرِ إِذَا أَصَابَتْهُمْ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı