اَلْأَسِدَةُ [el-esidet] (فَرِحَةٌ [feriḩat] vezninde) حَظِيرَةٌ [ḩażîret] maʹnâsınadır ki ağıla denir. Ve sayda öğrenip bavlımış kelb-i muʹalleme denir, ضَارِيَةٌ [ḋâriyet] maʹnâsına, Türkîde kanıkmış ve bavlımış taʹbîr olunur.
اَلْأَسَدَةُ [el-esedet] Mü΄ennesi. Kezâ fî rivâyeti Ebî Zeyd. Ve
أَسَدٌ [Esed] Muḋar’dan bir kabîlenin babası adıdır ki o Esed b. Ḣuzeyme b. Mudrike b. İlyâs b. Muḋar’dır. Ve
أَسَدٌ [Esed] Kezâlik Rebîʹa’dan bir kabîlenin adıdır ki o Esed b. Rebîʹa b. Nizâr’dır.
اَلْأَسِدَّةُ [el-esiddet] (hemzenin fethi ve sîn’in kesriyle) Cemʹidir, عُيُوبٌ [ʹuyûb] maʹnâsına, ʹalâ-hilâfi’l-kıyâstır ve kıyâs سُدُودٌ [sudûd] gelmek idi; ve minhu kavluhum: “لَا تَجْعَلَنَّ بِجَنْبِكَ الْأَسِدَّةَ” Yaʹnî “Kalbin darılıp cevâb vermemek etme, dilsiz ve sağır cevâb vermediği gibi.” Ve
سَدٌّ [sedd] Şol nesneye derler ki çubuklardan düzerler, birkaç tabaka olur.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı