el-ḩaṡir ~ اَلْحَصِرُ

Kamus-ı Muhit - الحصر maddesi

اَلْحَصِرُ [el-ḩaṡir] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Bahîl ve nâkese denir.

اَلْحُصْرُ [el-ḩuṡr] (ḩâ’nın zammıyla) Kabz olmaya denir ki ismdir, kabzlık taʹbîr olunur; masdarı zikr olundu. Şârih der ki حُصْرٌ [ḩuṡr] gâ΄ite ve أُسْرٌ [usr] bevle mahsûstur; yukâlu: بِهِ حُصْرٌ أَيِ اعْتِقَالُ بَطْنٍ ve أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الْحُصْرِ وَالْأُسْرِ

اَلْحَصَرُ [el-ḩaṡar] (fethateynle) Bir gussa ve tasa sebebiyle teng-dil olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَصِرَ الرَّجُلُ حَصْرًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا ضَاقَ صَدْرُهُ ve yukâlu: حَصِرَ صَدْرُهُ Ve bahîl ve nâkes olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَصِرَ الرَّجُلُ إِذَا بَخِلَ ve yukâlu: فِي يَدِهِ حَصَرٌ أَيْ بُخْلٌ Ve tekellümde ʹâciz olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَصِرَ فُلاَنٌ إِذَا عَيِيَ فِي الْمَنْطِقِ Ve ʹörf-i şerʹde Kur΄ân-ı kerîm tilâvet ederken ilerisi hâtıra gelmemekle tutulup dem-beste olmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: حَصِرَ الْإِمَامُ فِي الْقِرَاءَةِ إِذَا عَيِيَ وَلَمْ يَقْدِرْ عَلَيْهِ أَيْ عَلَى مَنْطِقِ الْقِرَاءَةِ Ve nâka حَصُورٌ [ḩaṡûr] olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَصِرَتِ النَّاقَةُ إِذَا صَارَتْ حَصُورًا Ve nisvâna takarrüb ve cimâʹdan imtinâʹ eder olmak maʹnâsınadır, gerek ʹacz ve ʹanetten ve gerek izâle-i şehvete ictihâd ve ʹiffetinden nâşî olsun; yukâlu: حَصِرَ الرَّجُلُ عَنِ الْمَرْأَةِ إِذَا امْتَنَعَ عَنْ إِتْيَانِهَا Ve ketm-i râz eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: حَصِرَ بِالسِّرِّ إِذَا صَانَهُ

اَلْحَصْرُ [el-ḩaṡr] (قَصْرٌ [ḵaṡr] vezninde) Bir adamı bir daracık yere tıkayıp etrâfından sıkıştırmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَصَرَهُ حَصْرًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي وَالْأَوَّلِ إِذَا ضَيَّقَ عَلَيْهِVanḵulu merhûm dar etmek ve ihâta etmekle tercemesi garîbdir. Cevherî ضَيَّقَ عَلَيْهِ وَأَحَاطَهُ بِهِ ʹibâretiyle îrâd eylemekle etrâfını çevirip sıkıştırmak demek olur. Ve

حَصْرٌ [ḩaṡr] Bir adamı seferden yâhûd gayrı işten alıkomak maʹnâsınadır; yukâlu: حَصَرَ فُلاَنًا إِذَا حَبَسَهُ عَنِ السَّفَرِ وَغَيْرِهِ Ve devenin üzerine zikri âtî hisâr çekip bağlamak maʹnâsınadır; yukâlu: حَصَرَ الْبَعِيرَ إِذَا شَدَّهُ بِالْحِصَارِ Ve kabz olmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: حُصِرَ الرَّجُلُ عَلَى بِنَاءِ الْمَجْهُولِ إِذَا اعْتُقِلَ بَطْنُهُ Ke-mâ se-yuzkeru. Ve ihâta ve istîʹâb eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: حَصَرَهُ إِذَا اسْتَوْعَبَهُ Ve ʹasker bir adamı çepçevre ihâta eylemek maʹnâsınadır ki hisâr etmek taʹbîr olunur; yukâlu: حَصَرَ الْقَوْمُ بِفُلاَنٍ إِذَا أَطَافُوا بِهِ

Vankulu Lugatı - الحصر maddesi

اَلْحَصِرُ [el-ḩaṡir] (ḩâ’nın fethi ve ṡâd’ın kesriyle) Sırrını ziyâde saklayan kimse.

اَلْحُصْرُ [el-ḩuṡr] (ḩâ’nın zammı ve ṡâd’ın sükûnuyla) Karın bağlanmak; إِعْتِقَالُ الْبَطْنِ maʹnâsına; ve minhu yukâlu: حُصِرَ الرَّجُلُ وَأُحْصِرَ عَلَى الْبِنَاءِ لِلْمَجْهُولِ فِيهِمَا

اَلْحَصَرُ [el-ḩaṡar] (fethateynle) Yorulup ʹâciz olmak; yukâlu: حَصِرَ الرَّجُلُ يَحْصَرُ حَصَرًا مِثْلُ تَعِبَ تَعَبًا Ve

حَصَرٌ [ḩaṡar] Göğüs darlığına dahi derler; yukâlu: حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ أَيْ ضَاقَتْ Ve ammâ Bârî taʹâlânın ﴿أَوْ جَاؤُكُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ﴾ (النساء 90) buyurduğu kavl-i şerîfinde Aḣfeş ve Kûfiyyûn حَصِرَتْ cümlesinin hâl olmasın câ΄iz gördüler, eğerçi fiʹl-i mâzîdir. Ve Sîbeveyhi kelime-i قَدْ [ḵad]siz câ΄iz değildir deyip حَصِرَتْ cümlesini duʹâ΄iyyeye haml etti. Ve

حَصَرٌ [ḩaṡar] Buhl maʹnâsına da gelir; yukâlu: شَرِبَ الْقَوْمُ فَحَصِرَ عَلَيْهِمْ فُلَانٌ أَيْ بَخِلَ Ve her kimse ki bir nesneden imtinâʹ edip ona kâdir olmasa حَصِرَ عَنْهُ derler. Bu sebebden حَصِرَ فِي الْقِرَاءَةِ derler ve حَصِرَ عَنْ أَهْلِهِ derler ehliyle cemʹ olmasa.

اَلْحَصْرُ [el-ḩaṡr] (ḩâ’nın fethi ve ṡâd-ı mühmelenin sükûnuyla) Bir nesneyi dar etmek ve ihâta etmek; yukâlu: حَصَرَهُ يَحْصُرُهُ حَصْرًا أَيْ ضَيَّقَ عَلَيْهِ وَأَحَاطَ بِهِ Ve

حَصْرٌ [ḩaṡr] ʹAdüvv bir tâ΄ifeyi ihâta edip tazyîk etmeğe dahi derler; yukâlu: حَصَرَ الْعَدُوُّ يَحْصُرُونَهُ إِذَا ضَيَّقُوا عَلَيْهِ وَأَحَاطُوا بِهِ Ve

حَصْرٌ [ḩaṡr] Habs etmeğe dahi derler; yukâlu: حَصَرْتُ الرَّجُلَ فَهُوَ مَحْصُورٌ أَيْ حَبَسْتُهُ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı