el-beriḵ ~ اَلْبَرِقُ

Kamus-ı Muhit - البرق maddesi

اَلْبَرِقُ [el-beriḵ] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Şol tuluma denir ki içinde olan kere yağı yâhûd kaymak harâret-i havâdan pâre pâre ayrılmış ola.

اَلْبُرْقُ [el-burḵ] (bâ’nın zammıyla) ضِبَابٌ [ḋibâb] maʹnâsınadır ki ضَبٌّ [ḋabb]ın cemʹidir, kelere denir. Zâhiren bilâ-müfred müstaʹmeldir.

اَلْبَرَقُ [el-beraḵ] (fethateynle) Bu dahi fart-ı hayretten göz belerip bakakalmak yâhûd ifrât-ı dehşetten göremez olmak maʹnâsınadır, niteki zikr olundu; yukâlu: بَرِقَ الْبَصَرُ بَرَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا تَحَيَّرَ حَتَّى لاَ يَطْرِفُ أَوْ دَهِشَ فَلَمْ يُبْصِرْ Ke-mâ zukire. Ve tulumun harâretten içinde olan kere yağı eriyip pâre pâre bölünmek maʹnâsınadır; yukâlu: بَرِقَ السِّقَاءُ إِذَا أَصَابَهُ الْحَرُّ فَذَابَ زُبْدُهُ وَتَقَطَّعَ فَلَمْ يَجْتَمِعْ Ve koyun بَرْوَقٌ [bervaḵ] dedikleri ağacın yaprağını yemekten karın ağrısına mübtelâ olmak maʹnâsınadır; yukâlu: بَرِقَتِ الْغَنَمُ إِذَا اشْتَكَتْ بُطُونَهَا مِنْ أَكْلِ الْبَرْوَقِ Ve

بَرَقٌ [beraḵ] Kuzuya denir, حَمَلٌ [ḩamel] maʹnâsına. Ve bu bere muʹarrebidir ki Fârisîdir. Cemʹi أَبْرَاقٌ [ebrâḵ] gelir ve بِرْقَانٌ [birḵân] gelir bâ’nın kesri ve zammıyla. Ve

بَرَقٌ [beraḵ] Belinlemek, fezaʹ maʹnâsınadır; yukâlu: بَرِقَ مِنْهُ إِذَا فَزِعَ Ve mütehayyir ve medhûş olmak maʹnâsınadır; yukâlu: بَرِقَ فُلاَنٌ مِنْهُ إِذَا دَهِشَ وَتَحَيَّرَ

اَلْبَرْقُ [el-Berḵ] (شَرْقٌ [şarḵ] vezninde) İbnu’l-ʹAriḵa nâm kimsenin feresi ismidir. Ve بُرُوقٌ [burûḵ] lafzından müfred olur ki şimşeğe denir. Hakîkat-ı şerʹiyyesi sehâb üzere mü΄ekkel olan feriştenin emtârı me΄mûr olan mahalle insiyâkı için sebâhı şiddetle darb ve tahrîkinden tekevvün eden âteşlerdir ki lemeʹân eder. Ve hikemiyyesi ebhirenin ki sehâb olacaktır, şiddetle tesâdümünden hâsıl olan şuʹle-i nârdır, çakmağın tesâdümünden hâsıl olduğu gibi. Ve

بَرْقٌ [berḵ] Masdar olur, şimşek çakmak maʹnâsına; yukâlu: بَرَقَ الْبَرْقُ بَرْقًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا بَدَا Ve bir adamı şimşek gibi kakıyıp korkunç sözler ile korkutmak ve korkuya düşürmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: بَرَقَ فُلاَنٌ لِفُلاَنٍ إِذَا تَهَدَّدَهُ وَتَوَعَّدَ Ve

بَرْقٌ [berḵ] ve

بَرِيقٌ [berîḵ] ve

بَرَقَانٌ [bereḵân] (fetehâtla) Yalabımak maʹnâsınadır; yukâlu: بَرَقَ الشَّيْءُ بَرْقًا وَبَرِيقًا وَبَرَقَانًا إِذَا لَمَعَ Ve

بَرَقٌ [beraḵ] (fethateynle) ve

بُرُوقٌ [burûḵ] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Pek mûhiş hâlet sebebiyle göz belerip bakakalmak, ʹalâ-kavlin ifrât-ı hayret ü dehşetten kuvve-i bâsırası kalmayıp bir nesneyi görmez olmak maʹnâsınadır; yukâlu: بَرِقَ بَصَرُهُ وَبَرَقَ بَرَقًا وَبَرْقًا وَبُرُوقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَالْأَوَّلِ إِذَا تَحَيَّرَ حَتَّى لاَ يَطْرِفُ أَوْ دَهِشَ فَلَمْ يُبْصِرْ Bu hâletler bâsıra-i nefsâniyye derk ve ʹamelden kalmakla bî-hod mesâbesinde olmaktan neş΄et eder ki be-gâyet mûhiş ve müdhiş hâlât vukûʹunda olur. Ve

بَرَقٌ [beraḵ] Tuluma ıssı dokunmakla içinde olan kere yağı eriyip lokma lokma bölünmek maʹnâsınadır; yukâlu: بَرِقَ السِّقَاءُ إِذَا أَصَابَهُ الْحَرُّ فَذَابَ زُبْدُهُ فَتَقَطَّعَ وَلَمْ يَجْتَمِعْ Ve

بُرُوقٌ [burûḵ] ve

بَرَقَانٌ [beraḵân] Bulut parıldamak yâhûd şimşek peydâ edip yalabıtmak maʹnâsınadır; yukâlu: بَرِقَتِ السَّمَاءُ بُرُوقًا وَبَرَقَانًا إِذَا لَمَعَتْ أَوْ جَاءَتْ بِبَرْقٍ

بَرْقٌ [berḵ] Taʹâma bir mikdârca zeytûn yağı yâhûd sâfî yağ komak maʹnâsınadır ki taʹâmı parıldatır; yukâlu: بَرَقَ طَعَامَهُ بِزَيْتٍ أَوْ سَمْنٍ إِذَا جَعَلَ فِيهِ مِنْهُ قَلِيلاً Ve yıldız doğmak maʹnâsınadır; yukâlu: بَرَقَ النَّجْمُ إِذَا طَلَعَ Ve hatun bezenmek maʹnâsınadır; yukâlu: بَرَقَتِ الْمَرْأَةُ إِذَا تَحَسَّنَتْ وَتَزَيَّنَتْ Ve nâka gebe değil iken kuyruğunu kaldırıp gebelik sûretini göstermek maʹnâsınadır; yukâlu: بَرَقَتِ النَّاقَةُ إِذَا شَالَتْ بِذَنَبِهَا وَتَلَقَّحَتْ وَلَيْسَتْ بِلاَقِحٍ Ve parıldamak maʹnâsınadır; yukâlu: بَرَقَ بَصَرُهُ إِذَا تَلَأْلَأَ Ve

Vankulu Lugatı - البرق maddesi

اَلْبُرَقُ [el-buraḵ] (bâ’nın zammı ve râ’nın fethiyle) بُرْقَةٌ [burḵat]ın kezâlik cemʹi, taşlı yerler maʹnâsına. Bu makâmda Cevherî’nin kelâmında nevʹ-i hafâ vardır, zîrâ mukaddemâ بُرْقَةٌ [burḵat]ın cemʹi بِرَاقٌ [birâḵ] sâniyâ بُرَقٌ [buraḵ] gelir demiştir, ʹibâreti budur: وَالْبُرْقَةُ بِالضَّمِّ مِثْلُ الْبَرْقَاءِ وَالْجَمْعُ بِرَاقٌ يُقَالُ قُنْفُذُ بُرْقَةٍ كَمَا يُقَالُ ضَبُّ كُدْيَةٍ وَالْجَمْعُ بُرَقٌ Pes iki defʹa وَالْجَمْعُ كَذَا demiştir meger te΄vîl olunup بِرَاقٌ [birâḵ] gayr-imuttaride ve بُرَقٌ [buraḵ] muttaride binâ΄endir dene.

اَلْبَرَقُ [el-beraḵ] (fethateynle) Göz mütehayyir olup kapanmamak; yukâlu: بَرِقَ الْبَصَرُ يَبْرَقُ بَرَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا تَحَيَّرَ فَلَمْ يَطْرِفْ Ve

بَرَقٌ [beraḵ] بَرْوَقٌ [bervaḵ] dedikleri ağacın yaprağın yemekle davarın karnı zahmet hâsıl kılmağa da derler; yukâlu: بَرِقَتِ الْغَنَمُ يَبْرَقُ بَرَقًا إِذَا اشْتَكَتْ بُطُونُهَا مِنْ أَكْلِ الْبَرْوَقِ Ve

بَرَقٌ [beraḵ] Kuzuya da derler, حَمَلٌ [ḩamel] maʹnâsına; Fârisî-i muʹarrebdir.

اَلْبَرْقُ [el-berḵ] (bâ’nın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Şimşek ki bulut içinde zâhir olur. Ve bir kimse korku haberin vermeğe dahi derler; yukâlu: رَعَدَ الرَّجُلُ وَبَرَقَ إِذَا تَهَدَّدَ Ve تَهَدُّدٌ [teheddud] tehdîde derler. Ve

بَرْقٌ [berḵ] ʹAvret bezenmeğe dahi derler; yukâlu: رَعَدَتِ الْمَرْأَةُ وَبَرَقَتْ إِذَا تَزَيَّنَتْ Ve

بَرْقٌ [berḵ] Nâka kendiyi yüklü gösterip yüklü olmamağa dahi derler; yukâlu: بَرَقَتِ النَّاقَةُ إِذَا شَالَتْ أَيْ رَفَعَتْ بِذَنَبِهَا وَتَلَقَّحَتْ وَلَمْ تَلْقَحْ Ve

بَرْقٌ [berḵ] Taʹâmâ zeyt yağı dökmeğe dahi derler; yukâlu: بَرَقُوا لَنَا طَعَامًا بِزَيْتٍ أَوْ سَمْنٍ بَرْقًا Ve

بَرْقٌ [berḵ] Göz mütehayyir olmak hâlinde yaldıramağa da derler; yukâlu: بَرَقَ الْبَصَرُ مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا أَظْهَرَ الْبَرِيقَ حِينَ شَخَصَ Ve

بَرْقُ خُلَّبٍ [berḵu ḣulleb] (ḣâ-i muʹcemenin zammı ve lâm’ın fethi ve teşdîdiyle) Şol بَرْقٌ [berḵ]tir ki onda yağmur olmaya; yukâlu: بَرْقُ خُلَّبٍ بِالْإِضَافَةِ وَبَرْقٌ خُلَّبٌ بِالتَّوْصِيفِ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı