اَلشَّبْعُ [eş-şebʹ] (şîn’in fethi ve bâ’nın sükûnuyla) ve
اَلشِّبَعُ [eş-şibaʹ] (عِنَبٌ [ʹineb] vezninde) Doymak maʹnâsınadır; yukâlu: شَبِعَ خُبْزًا وَلَحْمًا وَشَبِعَ مِنْهُمَا شِبَعًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ ضِدُّ جَاعَ Şârih der ki bu masâdır tabâyiʹdendir, yaʹnî efʹâl-i cevârihten değildir, onun için fethateynle vârid olmadı. İntehâ.
اَلشِّبْعُ [eş-şibʹ] (şîn’in kesriyle) ve
اَلشِّبَعُ [eş-şibaʹ] (kezâlik عِنَبٌ [ʹineb] vezninde) İsmlerdir, karın doyuracak nesneye denir; tekûlu: أَصَبْتُ شِبْعًا لِبَطْنِي وَشِبَعًا أَيْ مَا أَشْبَعَهُ
اَلشِّبْعُ [eş-şibʹ] (şîn’in kesri ve bâ’nın sükûnuyla) Doyuran nesnenin ismidir.
اَلشِّبَعُ [eş-şibaʹ] (şîn’in kesri ve bâ’nın fethiyle) Tokluktur ki جُوعٌ [cûʹ]un mukâbilidir; tekûlu: شَبِعْتُ خُبْزًا وَلَحْمًا وَمِنْ خُبْزٍ وَلَحْمٍ شِبَعًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ وَهُوَ مِنْ مَصَادِرِ الطَّبَائِعِ Yaʹnî efʹâl-i cevârihten değildir, gûyâ ki masdarı fethateynle gelmediğini beyân olur. Ve
شِبَعٌ [şibaʹ] Bir nesneyi kerîh görmek maʹnâsına da gelir; tekûlu: شَبِعْتُ مِنْ هَذَا الْأَمْرِ وَرَوِيتُ إِذَا كَرِهْتَهُ وَهُمَا عَلَى الْإِسْتِعَارَةِ Ve
شِبَعٌ [şibaʹ] Doymağa karîb olmak maʹnâsına da gelir, Yaʹḵûb rivâyeti üzere; yukâlu: هَذَا بَلَدٌ قَدْ شَبِعَتْ غَنَمُهُ إِذَا قَارَبَتِ الشِّبَعَ وَلَمْ تَشْبَعْ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı