el-fuvveh ~ اَلْفُوَّهُ

Kamus-ı Muhit - الفوه maddesi

اَلْفُوَّهُ [el-fuvveh] (سُكَّرٌ [sukker] vezninde) Bir cins ince uzun kök ismidir ki onunla nesneler boyanır, Türkîde kızıl boya ve kızıl kök derler, boyacılar kullanırlar; kebid ve tıhâl ve ʹırku’n-nesâ ve kalça ve bel ağrılarına nâfiʹ ve be-gâyet müdirr ve sirke ile maʹcûnunu tılâ baras ʹilletini müzîldir.

اَلْفَوَهُ [el-feveh] (fethateynle) Bir adamın ağzı büyük olmak, ʹalâ-kavlin ön dişleri uzun olarak ağzı yayvan olmakla dudaktan taşra çıkar olmak maʹnâsınadır; yukâlu: بِهِ فَوَهٌ وَهِيَ سَعَةُ الْفَمِ أَوْ أَنْ تَخْرُجَ الْأَسْنَانُ مِنَ الشَّفَتَيْنِ مَعَ طُولِهَا

اَلْفَوْهُ el-fevh] (فَوْزٌ [fevz] vezninde) Söz söylemek maʹnâsınadır; yukâlu: فَاهَ يَفُوهُ فَوْهًا إِذَا نَطَقَ

اَلْفَاهُ [el-fâh] (حَالٌ [ḩâl] vezninde) ve

اَلْفُوهُ [el-fûh] (fâ’nın zammıyla) ve

اَلْفِيهُ [el-fîh] (fâ’nın kesriyle) ve

اَلْفُوهَةُ [el-fûhet] (fâ-yı mazmûme ile ki ahasstır) ve

اَلْفَمُ [el-fem] (دَمٌ [dem] vezninde) Cümlesi berâberdir ki ağıza denir, Fârisîde dehân derler; cemʹleri أَفْوَاهٌ [efvâh] gelir ve أَفْمَامٌ [efmâm] gelir,أَحْوَالٌ [aḩvâl] ve أَكْمَامٌ [ekmâm] veznlerinde. Ve işbu أَفْمَامٌ [efmâm] lafzının vâhidi yaʹnî cevher-i mâdde ve lafzından müfredi yoktur, zîrâ aslı فَوْهٌ [fevh] idi, فَوْزٌ [fevz] vezninde; سَنَةٌ lafzından hâ΄ hazf olunduğu gibi bundan dahi hazf olunup فَو kalmakla vâv müteharrik olarak tarafta vâkiʹ ve mâ-kabli meftûh olduğu için elife kalb olunup فَا kaldı. Ve mutteridedir ki ismin mâddesi ehadühümâ tenvîn olarak iki harften ʹibâret olmak sahîh değildir. Binâ΄en ʹaleyh kendisine müşâkil ve celd olan mîm’e ibdâl olundu, zîrâ ikisi de şefehiyyeden olduğundan başka mîm harfinde vâv’ın imtidâdına şebîh edâ ederken ağza doğru bir boşça imtidâd hâleti zâhir olduğundan vâv’a mülâyim ve münâsibdir. Ve tesniyesinde فَمَانِ ve فَمَوَانِ ve فَمَيَانِ dahi dediler, lâkin iki sîga-i ahîre şâzlardır.

Vankulu Lugatı - الفوه maddesi

اَلْفَوَهُ [el-feveh] (fethateynle) Ağız büyük olmak, سَعَةُ الْفَمِ maʹnâsına; yukâlu: فَوِهَ يَفْوَهُ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ Ve baʹzılar فَوَهٌ [feveh] ön dişleri uzun olup taşra çıkmaktır dedi.

اَلْفَوْهُ [el-fevh] (fâ’nın fethi ve vâv’ın sükûnuyla) فَمٌ [fem]in aslıdır, ağız maʹnâsına, zîrâ cemʹi اَلْأَفْوَاهُ [el-efvâh] gelir hemzenin fethiyle ağızlar maʹnâsına. Ve أَفْوَاهٌ [efvâh]فُوَهٌ [fuveh]in cemʹi dahi gelir ʹalâ-gayri’l-kıyâs fâ’nın zammı ve vâv’ın fethi ve teşdîdiyle, nehr ağzı ve yol ağzı maʹnâsına, ʹalâ-mâ se-yecî΄u. Ve

فَوْهٌ [fevh] Söylemek maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: فَاهَ بِالْكَلَامِ يَفُوهُ إِذَا لَفَظَ بِهِ Ve söze ağız açmak maʹnâsına da gelir; ve yukâlu: مَا فُهْتُ بِكَلِمَةٍ أَيْ مَا فَتَحْتُ فَمِي بِهَا Ve فَمٌ [fem] kelimesinin aslı olan فُوهٌ [fûh]ta vaktâ ki zamîr-i gâyibe izâfet vaktinde iki hâ’nın ictimâʹın kerîh gördüler ise ondan hâ’yı hazf edip هَذَا فُوهُ ve فُو زَيْدٍ dediler ve رَأَيْتُ فَا زَيْدٍ ve مَرَرْتُ بِفِي زَيْدِي dediler, pes fâ’nın hareketi mâ-baʹdine tâbiʹ oldu. Ve kaçan nefsine muzâf kılsan هَذَا فِيَّ dersin, bunda refʹ ve nasb ve cerr berâber olur, zîrâ vâv yâ’ya kalb olunup idgâm olunur. Ve bunun hâlet-i refʹde vâv’la ve hâlet-i nasbda elifle istiʹmâli ekseriyyâ hâlet-i izâfette olur. Ve gâh olur bilâ-izâfet dahi olur ve lâkin kalîldir. Ve ammâ ʹArabların كَلَّمْتُهُ فَاهُ إِلَى فِيَّ dedikleri مُشَافِهًا maʹnâsınadır. Ve فُوهُ hâliyyet üzere mansûb olmuştur. Bu zikr olunan Cevherî kelâmıdır ve hafî değildir ki hâl olan mecmûʹ-ı kelâmdır, yalnız فَاهُ değildir, hattâ ki mansûb ola, hâlâ ki meşhûr olan فُوهُ إِلَى فِيَّ dir. Ve kaçan فُوهُ kelimesin izâfetten katʹ etseler vâv tenvîne tahammül kılmamağın hazf edip hâ’dan bedel mîm getirip هَذَا فَمٌ وَفَمَانِ وَفَمَوَانِ dediler. Ve bundan maʹlûm olur ki mîm’in ʹıvazıyyeti hâ’dandır, vâv’dan değildir, zîrâ vâv’dan ʹıvaz olaydı, mîm’le vâv’ın bir yerde cemʹi câ΄iz olmazdı. Ve Ebû Zeyd eyitti: ʹArabların فَاهًا لِفِيكَ dedikleri kavllerinin maʹnâsı اَلْخَيْبَةُ لَكَ demektir ve خَيْبَةٌ [ḣaybet] ḣâ-i muʹceme ile nevmîdlik maʹnâsınadır. Ve Ebû ʹUbeyd eyitti: Bunun aslı جَعَلَ اللهُ لِفِيكَ الْأَرْضَ demektir, nitekim بِفِيكَ الْحَجَرُ ve بِفِيكَ الْإِثْلِبُ derler. Ve إِثْلِبٌšamp;â-i müsellese ile ufak taşı olan topraktır. Pes فَاهَا zamîri أَرْضٌ [arḋ]a râciʹ olur, ʹalâ-tarîki’l-istiʹâre أَرْضٌ [arḋ]a فَمٌ [fem] isbât olunmakla مَنِيَّةٌ [meniyyet]e izfâr isbât olunduğu gibi.

اَلْفُوهُ [el-fûh] (fâ’nın zammı ve meddiyle) Vâhidi, eczâ-yı tîbden biri maʹnâsına.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı