el-mulaḩ ~ اَلْمُلَحُ

Kamus-ı Muhit - الملح maddesi

اَلْمَلَحُ [el-melaḩ] (fethateynle) Atın kıç ayağında olan sinirde ki eğrice taʹbîr olunur, hâdis olur bir maraz adıdır. Ve

مَلَحٌ [Melaḩ] bir mevziʹ adıdır. Ve siyâhla muhtelit ak olmak maʹnâsınadır ki naʹtında أَمْلَحُ [emlaḩ] denir.

اَلْمَلْحُ [el-melḩ] (mîm’in fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Gıybet eylemek maʹnâsınadır ki mecâzdır; yukâlu: مَلَحَهُ مَلْحًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا اغْتَابَهُ Ve kuş pervâz ederken kanatlarını tîz tîz olarak çok çok oynatmak maʹnâsınadır; yukâlu: مَلَحَ الطَّائِرُ إِذَا كَثُرَ سُرْعَةُ خَفَقَانِهِ بِجَنَاحَيْهِ Ve koyun makûlesini biryân eylemek için ıssı suda haşlayıp derisinden tüylerini izâle eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: مَلَحَ الشَّاةَ إِذَا سَمَطَهَا Ve emzirmek maʹnâsınadır; yukâlu: مَلَحَ الْوَلَدَ إِذَا أَرْضَعَهُ Ve bir nesneyi tuzlamak maʹnâsınadır; yukâlu: مَلَحَ السَّمَكَ وَالْقِدْرَ إِذَا طَرَحَ فِيهِ الْمِلْحَ Müzekker zamîri taglîb içindir; ve yukâlu: فِيهِ مَلَحَ مَلْحًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي Ve davara şorak toprak yedirmek maʹnâsınadır ki ekserî keçi kısmına yalatırlar; yukâlu: مَلَحَ الْمَاشِيَةَ إِذَا أَطْعَمَهَا سَبَخَةَ الْمِلْحِ وَهِيَ مِلْحٌ وَتُرَابٌ

اَلْمِلْحُ [el-milḩ] (mîm’in kesriyle) Maʹrûftur ki tuza denir, Fârisîde nemek derler. Ve مِلْحٌ [milḩ] lafzı mü΄ennestir, kalîlen müzekker olur. Ve

مِلْحٌ [milḩ] Masdar olur, emzirmek, رَضَاعٌ [reḋâʹ] maʹnâsınadır; yukâlu: مَلَحَتْ فُلاَنَةٌ فُلاَنًا إِذَا رَضَعَتْهُ Ve ʹilm maʹnâsına istiʹmâl olunur ki ismdir, mâ-bihi’l-lezzet olduğu için. Ve ʹulemâya ıtlâk olunur ki dînin tuzlarıdır. Ve güzellik maʹnâsınadır. Ve iç yağına denir, شَحْمٌ [şaḩm] maʹnâsına. Esâs’ın beyânına göre mecâzdır, tuz yiyen davarın bedeninde şahm peydâ olmak hasebiyle. Ve

مِلْحٌ [milḩ] Semizliğe ıtlâk olunur, سِمَنٌ [simen] maʹnâsına. Ve hürmet ve zimâm maʹnâsına istiʹmâl olunur; yukâlu: بَيْنَهُمَا مِلْحٌ أَيْ حُرْمَةٌ وَذِمَامٌ وَعَهْدٌ Ve

مِلْحٌشَوَارِقُ [milḩun şevâriḵu] Tuzlu suya denir, deniz suyu gibi; عَذْبٌ [ʹažb] mukâbilidir.

Vankulu Lugatı - الملح maddesi

اَلْمُلَحُ [el-mulaḩ] (mîm’in zammı ve lâm’ın fethiyle) مُلْحَةٌ [mulḩat]ın cemʹi. Ve

مُلْحَةٌ [mulḩat] Kezâlik şol beyâzdır ki ona siyâh karışa.

اَلْمَلَحُ [el-melaḩ] (fethateynle) Davarın eğricesinde bir şiştir ki ziyâde müştedd oldukta جَرَذٌ [cerež] derler fethateynle ve râ-i mühmele ve žâl-ı muʹceme ile.

اَلْمَلْحُ [el-melḩ] (mîm’in fethiyle) Masdardır, emzirmek maʹnâsına; yukâlu: مَلَحْنَا لِفُلَانٍ مَلْحًا أَيْ أَرْضَعْنَاهُ Ve

مَلْحٌ [melḩ] Çömleğe mikdârınca tuz komağa dahi derler; yukâlu: مَلَحْتُ الْقِدْرَ أَمْلَحُهَا مَلْحًا إِذَا طَرَحْتَ فِيهَا مِنَ الْمِلْحِ بِقَدْرٍ Ve

مَلْحٌ [melḩ] Davara tuz yedirmeğe dahi derler; yukâlu: مَلَحْتُ الْمَاشِيَةَ مَلْحًا إِذَا أَطْعَمْتَهَا سَبَخَةَ الْمِلْحِ Yaʹnî şûr toprak yedirsen böyle dersin. Ve bu o vakt olur ki şûr ot otlamağa kudret olmayıp ondan bedel şûr toprak yedireler; وَالْكُلُّ مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ

اَلْمِلْحُ [el-milḩ] (mîm’in kesriyle) Tuz. Ve

مِلْحٌ [milḩ] (kezâlik kesr-i mîm’le) رَضَاعٌ [reḋâʹ] maʹnâsına dahi gelir. Ve tuzlu su maʹnâsına; yukâlu: مَلَحَ الْمَاءُ فَهُوَ مِلْحٌ وَلَا يُقَالُ مَالِحٌ إِلَّا فِي لُغَةٍ رَدِيَّةٍ Ve

مِلْحٌ [milḩ] Şûr ota derler; yukâlu: نَبْتٌ مِلْحٌ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı