ed-deyn ~ اَلدَّيْنُ

Kamus-ı Muhit - الدين maddesi

اَلدَّيْنٌ [ed-deyn] (عَيْنٌ [ʹayn] vezninde) ve

اَلدِّينَةُ [ed-dînet] (dâl’ın kesriyle) Müddetli ve vaʹdeli borca denir, niteki vaʹdesiz olanına قَرْضٌ [ḵarḋ] denir; yukâlu: عَلَيْهِ دَيْنٌ وَدِينَةٌ وَهُوَ مَا لَهُ أَجَلٌ وَمَا لَا أَجَلَ لَهُ فَقَرْضٌ Ve

دَيْنٌ [deyn] Ölüme ıtlâk olunur; yukâlu: قَضَى دَيْنَهُ أَيْ مَاتَ Ve hâzır olmayan şey΄e ıtlâk olunur. دَيْنٌ [deyn] lafzının cemʹi أَدْيُنٌ [edyun] ve دُيُونٌ [duyûn] gelir. Ve

دَيْنٌ [deyn] Masdar olur, vaʹdeli yâhûd vaʹdesiz ödünç vermek ve ödünç almak maʹnâlarına; tekûlu: دِنْتُهُ أَدِينُهُ دَيْنًا إِذَا أَعْطَيْتَهُ إِلَى أَجَلٍ أَوْ أَقْرَضْتَهُ ve yukâlu: دَانَ فُلَانٌ دَيْنًا إِذَا أَخَذَ الدَّيْنَ Ve ʹivaz ve cezâ eylemek maʹnâsınadır; tekûlu: دِنْتُهُ أَدِينُهُ دَيْنًا إِذَا جَازَيْتَهُ Bunda dâl’ın kesriyle de lügattir.

اَلدِّينُ [ed-dîn] (dâl’ın kesriyle) Cezâ΄ ve ʹivaz maʹnâsınadır; ve minhu يَوْمُ الدِّينِ أَيْ يَوْمُ الْجَزَاءِ ve İslâm maʹnâsınadır; tekûlu: دِنْتُ دِينًا أَيْ أَسْلَمْتُ Ve de΄b ve ʹâdet maʹnâsınadır. Ve dâ΄imî yağan yâhûd mülâyim yağan yağmura denir. Ve tâʹat maʹnâsınadır. Ve züll ve inkıyâd maʹnâsınadır. Ve dâ΄ ve maraz maʹnâsınadır. Ve hisâb maʹnâsınadır. Ve kahr ve galebe ve istiʹlâ΄ maʹnâsınadır. Ve sultân ve mülk maʹnâsına masdardır; yukâlu: يَدِينُ أَمْرَهُ أَيْ يَمْلِكُهُ Ve hükm ve fermân maʹnâsınadır. Ve sîret ve tarîkat maʹnâsınadır. Ve tedbîr maʹnâsınadır. Ve tevhîd maʹnâsınadır. Ve mutlakan Hak taʹâlâ dergâhına kulluk edâsına vesîle ve medâr olan ʹibâdetin ismidir. Ve millet ve şerîʹat maʹnâsınadır. Ve veraʹ ve takvâ maʹnâsınadır. Ve maʹsiyet maʹnâsınadır. Ve ikrâh maʹnâsınadır. Ve dâ΄imâ mahsûs bir yere yağan yağmura denir, gûyâ ki oraya yağmağı ʹâdet eylemiştir. Ve hâl maʹnâsınadır; yukâlu: سَأَلَهُ عَنْ دِينِهِ أَيْ عَنْ حَالِهِ Ve kazâ maʹnâsınadır; lâkin hükm ve kazâ΄ bir maʹnâya olmakla mü΄ellif tekrâr eylemiştir. Ve hizmet maʹnâsınadır; tekûlu: دِنْتُهُ أَدِينُهُ أَيْ خَدَمْتُهُ Ve ihsân maʹnâsınadır; yukâlu: دِنْتُهُ أَيْ أَحْسَنْتُ إِلَيْهِ Ve mâlik olmak maʹnâsınadır; bu dahi mükerrerdir; tekûlu: دِنْتُهُ أَيْ مَلَكْتُهُ وَمِنْهُ الْمَدِينَةُ لِلْمِصْرِ Ve ʹazîz olmak maʹnâsınadır; yukâlu: دَانَ الرَّجُلُ إِذَا عَزَّ Ve itâʹat eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: دَانَ الرَّجُلُ إِذَا أَطَاعَ Ve ʹisyân eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: دَانَ الرَّجُلُ إِذَا عَصَى Ve bir nesneyi muʹtâd eylemek maʹnâsınadır, gerek hayr ve gerek şerr olsun; yukâlu: دَانَ الرَّجُلُ إِذَا اعْتَادَ خَيْرًا أَوْ شَرًّا Ve bir adama maraz isâbet eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: دَانَ الرَّجُلُ إِذَا أَصَابَهُ الدَّاءُ Ve bir adamı hoşlanmadığı nesneye haml ve sevk eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: دَانَ فُلَانًا إِذَا حَمَلَهُ عَلَى مَا يَكْرَهُ Ve râm ve zelûl kılmak maʹnâsınadır; yukâlu: دَانَهُ إِذَا أَذَلَّهُ Ve fi’l-hadîsi: “كَانَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى دِينِ قَوْمِهِ” أَيْ عَلَى مَا بَقِيَ فِيهِمْ مِنْ إِرْثِ إِبْرَاهِيمَ وَاِسْمَعِيلَ عَلَيْهِمَا السَّلَامُ فِي حَجِّهِمْ وَمَنَاكِحِهِمْ وَبُيُوعِهِمْ وَأَسَالِيبِهِمْ وَأَمَّا التَّوْحِيدُ فَإِنَّهُمْ كَانُوا قَدْ بَدَّلُوهُ وَالنَّبِيُّ عَلَيْهِ السَّلَامُ لَمْ يَكُنْ إِلَّا عَلَيْهِ Yaʹnî hadîs-i merkûmda vâkiʹ دِينٌ [dîn]den murâd şirk olmayıp belki şerîʹat-ı İbrâhîm ü İsmâʹîl’den bâkî kalan hacc ve nikâh ve beyʹ ve şirâ ve sâ΄ir baʹzı ahkâmdır ki zamân-ı saʹâdete kadar ʹArablar husûsan Ḵureyş tâ΄ifesi o makûle ahkâmlara iʹtinâ ve ihtimâm ederler idi. Fâhr-i ʹâlem ʹaleyhi’s-selâm hazretlerine ahkâm-ı mezbûre müceddeden şerîʹat olmak üzere ibkâ ve takrîr olundu. Ve ʹArablar tevhîdi gerçi şirke tebdîl edip lâkin Nebiyy-i ekrem hazretleri fıtrat-ı ezeliyyeleri üzere muvahhid idi. Şârih der ki baʹzılar دِينٌ [dîn]-i mezkûru ʹâdet ve şân maʹnâsına haml eylemekle murâd kerem ve şecâʹat makûlesi ahlâk ve ʹâdât demek olur.

Vankulu Lugatı - الدين maddesi

اَلدَّيْنُ [ed-deyn] (dâl’ın fethi ve yâ’nın sükûnuyla) Borç.

اَلدَّيِّنُ [ed-deyyin] (dâl’ın fethi ve yâ’nın kesri ve teşdîdiyle) Ehl-i diyânet olan kimse.

اَلدِّينُ [ed-dîn] (dâl’ın kesri ve meddiyle) ʹÂdet ve şân ve dîn ve cezâya ve mükâfâta dahi derler; yukâlu: دَانَهُ دِينًا إِذَا جَازَاهُ ve yukâlu: “كَمَا تَدِينُ تُدَانُ” أَيْ كَمَا تُجِازِي تُجَازَى أَيْ تُجَازَى بِفِعْلِكَ وَبِحَسَبِ مَا عَمِلْتَ Ve Bârî taʹâlânın ﴿أَإِنَّا لَمَدِينُونَ﴾ (الصافات، 53) dediği kavli مَجْزِيُّونَ ve مُحَاسَبُونَ maʹnâsınadır. Ve

دِينٌ [dîn] Zelîl kılmağa dahi derler. Ve ʹalîl olmağa da derler, müteʹaddî ve lâzım gelir; yukâlu: دَانَهُ إِذَا أَذَلَّهُ وَاسْتَعْبَدَهُ وَيُقَالُ دِنْتُهُ فَدَانَ Ve fi’l-hadîsi: “اَلْكَيِّسُ مَنْ دَانَ نَفْسَهُ وَعَمِلَ لِمَا بَعْدَ الْمَوْتِ” Ve

دِينٌ [dîn] Cemʹ maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: قَوْمٌ دِينٌ أَيْ دَائِنُونَ مُحَاسَبُونَ Ve

دِينٌ [dîn] Mâlik olmak maʹnâsına da gelir; tekûlu: دِنْتُهُ إِذَا مَلَكْتَهُ Ve şehre مَدِينَةٌ [medînet] dediklerine bâʹis budur. Ve

دِينٌ [dîn] Tâʹata dahi derler; yukâlu: دَانَ لَهُ أَيْ أَطَاعَهُ Ve دِينٌ [dîn]-i maʹrûf bundan me΄hûzdur.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı