ež-žurb ~ اَلذُّرْبُ

Kamus-ı Muhit - الذرب maddesi

اَلذُّرْبُ [ež-žurb] (žâl’ın zammıyla) ذَرِبٌ [žerib] lafzından ki كَتِفٌ [ketif] veznindedir cemʹdir, seyf-i kâtıʹ gibi keskin adamlara denir; yukâlu: قَوْمٌ ذُرْبٌ أَيْ أَحِدَّاءُ

اَلذَّرْبُ [ež-žerb] (ضَرْبٌ [ḋarb] vezninde) Bir nesneyi bileyip keskin eylemek ve zağ vermek maʹnâsınadır; yukâlu: ذَرَبَ السَّيْفَ ذَرْبًا إِذَا أَحَدَّهُ Mü΄ellif vezninde مَنْعٌ [menʹ] lafzını îrâd eylemekle kâʹidesine mebnî bâb-ı sâlisten olur ki kıyâsa muhâliftir, lâkin ümmehât-ı sâ΄irede كَتْبٌ [ketb] lafzı mîzân olmakla bâb-ı evvelden olur.

اَلذَّرِبُ [ež-žerib] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Keskin ve hadîd nesneye denir. Ve papuççu bıçkısına denir. Ve hadîdü’l-lisân olup sözü cîger-dûz olan kimseye denir; yukâlu: رَجُلٌ ذَرِبُ اللِّسَانِ أَيْ حَدِيدُهُ

اَلذِّرْبُ [ež-žirb] (žâl’ın kesri ve râ’nın sükûnuyla) Bed-zebân ve hadîdü’l-lisân kişiye denir. Ve

ذِرْبٌ [žirb] Yumru gibi bir ʹârızadır ki insânın yâhûd dâbbenin boynunda zuhûr eder, küçük taş kadar olur. Şârih bunu dahi zikr olunan غُدَّةٌ [ġuddet] ile beyân eylemiştir ki küçüğüne bez ve büyüğüne ur taʹbîr olunur; ʹalâ-kavlin ذِرْبٌ [žirb] bir ʹillet ismidir ki ciğerde zuhûr eder.

اَلذَّرَبُ [ež-žereb] (fethateynle) ve

اَلذَّرَابَةُ [ež-žerâbet] (سَلاَمَةٌ [selâmet] vezninde) Kılıç ve bıçak makûlesi nesne keskin ve zağlı olmak maʹnâsınadır; yukâlu: ذَرِبَ السَّيْفُ ذَرَبًا وَذَرَابَةً مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا حَدَّ Ve

ذَرَبٌ [žereb] İsm olur, lisân tîz ve fâsid olup dâ΄imâ fuhş ve hâtır-şiken söz söylemesi hâletine denir; cemʹi أَذْرَابٌ [ežrâb] gelir, أَنْصَابٌ [enṡâb] gibi; yukâlu: فِي لِسَانِهِ ذَرَبٌ أَيْ فَسَادٌ وَبَذَاءٌ Ve yara fâsid ve tebâh olmakla içerisi oyulup vüsʹatlenmeğe denir, ʹalâ-kavlin yaradan sarı su akmağa denir; yukâlu: ذَرِبَ الْجُرْحُ إِذَا فَسَدَ وَاتَّسَعَ أَوْ سَالَ مِنْهُ الصَّدِيدُ Ve

ذَرَبٌ [žereb] ve

ذَرَابَةٌ [žerâbet] (سَلاَمَةٌ [selâmet] vezninde) ve

ذُرُوبَةٌ [žurûbet] (عُمُومَةٌ [ʹumûmet] vezninde) Miʹde fâsid olmak maʹnâsınadır. Ve miʹde iyi ve dürüst olmak maʹnâsına olmakla zıdd olur; yukâlu: ذَرِبَتْ مَعِدَتُهُ ذَرَبًا وَذَرَابَةً وَذُرُوبَةً إِذَا فَسَدَتْ ve yukâlu: ذَرِبَتْ مَعِدَتُهُ إِذَا صَلَحَتْ Ve bir türlü devâ kabûl eylemeyip onulmayan maraz u ʹillete denir. Şârihin beyânına göre bu maʹnâlarda masdardır. Ve

ذَرَبٌ [žereb] Kılıç ve ayna makûlesinin pâsına denir, صَدَأٌ [ṡade΄] maʹnâsına. Ve fuhş ve hezeyân ve nâ-sezâ kelimâta denir.

Vankulu Lugatı - الذرب maddesi

اَلذَّرِبُ [ež-žerib] (feth-i žâl ve kesr-i râ ile) Her nesnenin keskinine derler; yukâlu: لِسَانٌ ذَرِبٌ وَفِيهِ ذَرَابَةٌ أَيْ حِدَّةٌ وَسَيْفٌ ذَرِبٌ وَامْرَأَةٌ ذَرِبَةٌ أَيْ صَخَّابَةٌ Yaʹnî bülend âvâzlı ʹavret ki صَخَّابَةٌ [ṡaḣḣâbet] ṡâd-ı mühmele ve ḣâ-i müşeddede-i muʹceme ile âvâzı yüksek olan ʹavrete derler.

اَلذَّرَبُ [ež-žereb] (žâl’ın ve râ’nın fethiyle) Miʹdenin fâsid olması; yukâlu: ذَرِبَتْ مَعِدَتُهُ تَذْرَبُ ذَرَبًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ أَيْ فَسَدَتْ Ve fuhş söylemek; yukâlu: فِي لِسَانِهِ ذَرَبٌ أَيْ فُحْشٌ Cemʹi اَلْأَذْرَابُ [el-ežrâb] gelir. Ve yara azıp devâ kabul etmemeğe dahi derler; yukâlu: ذَرِبَ الْجُرْحُ إِذَا لَمْ يَقْبَلِ الدَّوَاءَ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı