الذَّرْءُ [ež-žer΄] (žâl’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Yaratmak, halk maʹnâsına; yukâlu: ذَرَأَ اللهُ الْخَلْقَ ذَرْءًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ أَيْ خَلَقَهُ Ve bir nesneyi çoğaltmak maʹnâsınadır; yukâlu: ذَرَأَ الشَّيْءَ إِذَا كَثَّرَهُ [Ve] ذُرِّيَّةٌ [žurriyyet] bundan me΄hûzdur, ke-mâ se-yuzkeru. Ve pîrlikten yâ ʹilletten nâşî ağızdan dişler dökülmek maʹnâsınadır; yukâlu: ذَرَأَ فُوهُ أَيْ سَقَطَ يَعْنِي مَا فِيهِ مِنَ الْأَسْنَانِ Ve bu, zikrü’l-mahal ve irâdetü’l-hâl kabîlindendir. Ve tarlaya tohum ekmek maʹnâsınadır; yukâlu: ذَرَأَ الأَرْضَ إِذَا بَذَرَهَا Ve başın saçı ağarmak maʹnâsınadır, ke-mâ se-yuzkeru. Ve
ذَرْءٌ [žer΄] Şey΄-i kalîl maʹnâsınadır; yukâlu: ذَرْءٌ مِنْ خَبَرِ أَيْ شَيْءٌ مِنْهُ Ve masdar bi-maʹnâ mefʹûl olur; مَخْلُوقٌ [maḣlûḵ] maʹnâsına; yukâlu: هُمْ ذَرْءُ النَّارِ أَيْ خُلِقُوا لَهَا Ve perde ve hâ΄il maʹnâsınadır; yukâlu: مَا بَيْنَنَا ذَرْءٌ أَيْ حَائِلٌ
اَلذَّرْءُ [ež-žer΄] (žâl’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Halk etmek; yukâlu: ذَرَأَ اللهُ الْخَلْقَ أَيْ خَلَقَهُمْ مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ Ve yeri zirâʹat etmek maʹnâsına da gelir; tekûlu: ذَرَأْتُ الْأَرْضَ إِذَا بَذَرْتَهَا
اَلذِّرْءُ [ež-žir΄] (žâl’ın kesri ve râ’nın sükûnuyla) اَلْمَخْلُوقُ [el-maḣlûḵ]. Ve fi’l-hadîsi: “ذَرْءَ النَّارِ” أَيْ أَنَّهُمْ خُلِقُوا لَهَا وَمَنْ قَالَ ذَرْوَ النَّارِ بِغَيْرِ هَمْزَةٍ أَرَادَ أَنَّهُمْ يَذَرُونَ أَيْ يُتْرَكُونَ فِي النَّارِ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı