اَلْمَحِلُ [el-meḩil] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Şol adama denir ki ensesinden kovulup uzun uzadı sürülerek dermânde ve bî-mecâl kalmış ola; yukâlu: صَارَ زَيْدٌ مَحِلًا أَيْ مَطْرُودًا حَتَّى أَعْيَا
اَلْمُحِلُّ [el-muḩill] (ism-i fâʹil bünyesiyle) Harâm olan şey΄in hurmetini nakz ile helâl ʹadd eden, ʹalâ-kavlin eşhür-i hurumun hurmetini nakz edip riʹâyet ve iʹtibâr eylemeyen kimseye denir; yukâlu: رَجُلٌ مُحِلٌّ أَيْ مُنْتَهِكٌ لِلْحَرَامِ أَوْ لَا يَرَى لِلشَّهْرِ الْحَرَامِ حُرْمَةً
اَلْمَحِلُّ [el-meḩill] (mîm’in fethi ve ḩâ’nın kesriyle) Masdardır, مَرْجِعٌ [merciʹ] gibi; vâcib ve lâzım olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَلَّ حَقِّي عَلَيْهِ مَحِلًّا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي أَيْ وَجَبَ وَيُقَالُ حَلَّ الدَّيْنُ إِذَا صَارَ حَالًّا Yaʹnî müddet-i maʹkûdesi tamâm olmakla edâsı lâzım oldu. Şârih der ki medyûn olan ʹArablar hilâli görünce: “لَا مَرْحَبًا بِمَحِلِّ الدَّيْنِ وَتَقَرُّبِ الْآجَالِ” dedikleri bundandır.
اَلْمَحْلُ [el-maḩl] (فَحْلٌ [faḩl] vezninde) Mekr ve keyd maʹnâsınadır; yukâlu: لَا يَضُرُّهُ مَحْلُهُ أَيْ مَكْرُهُ وَكَيْدُهُ Ve toza denir, غُبَارٌ [ġubâr] maʹnâsına. Ve kuraklığa ve kıtlığa denir; yukâlu: أَصَابَهُمْ مَحْلٌ أَيْ شِدَّةٌ وَجَدْبٌ وَانْقِطَاعُ الْمَطَرِ Ve مَحُولٌ [meḩûl] ve مَحْلَةٌ [maḩlet] gibi kurak yere denir, ke-mâ se-yuzkeru. Ve masdar olur; yer kurak olmak maʹnâsına; yukâlu: مَحَلَتِ الْأَرْضُ مَحْلًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا كَانَتْ مَحْلَةً Ve
مَحْلٌ [maḩl] ve
مِحَالٌ [miḩâl] (كِتَابٌ [kitâb] vezninde) Emîr ve vâlî ve hâkime gamz ve siʹâyetle bir adama keyd ve zarar îrâs eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: مَحَلَ بِفُلَانٍ وَمَحِلَ بِهِ وَمَحُلَ بِهِ مَحْلًا وَمِحَالًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي وَالرَّابِعِ وَالْخَامِسِ إِذَا كَادَهُ بِسِعَايَةٍ إِلَى السُّلْطَانِ Ve
مَحْلٌ [maḩl] Aslâ hayr ve menfaʹati olmayan cemâd-hilkat kimseye ıtlâk olunur; arz-ı مَحْلٌ [maḩl]e teşbîhle; yukâlu: رَجُلٌ مَحْلٌ أَيْ لَا يُنْتَفَعُ بِهِ
اَلْمَحَلُّ [el-maḩall] (mîm’in ve ḩâ’nın fethiyle) Bi-maʹnâhu eyzan; yukâlu: حَلَّ بِالْمَكَانِ حَلًّا وَحُلُولًا وَمَحَلًّا إِذَا نَزَلَ نُزُولًا Ve
مَحَلٌّ [maḩall] Nüzûl olunan mekâna dahi derler. Ve حَلَلْتُ الْقَوْمَ وَحَلَلْتُ بِهِمْ dahi derler maʹnâ-yı vâhid üzere. Ve
حَلٌّ [ḩall] Şırlagan yağına dahi derler.
اَلْمَحِلُّ [el-meḩill] (mîm’in fethi ve ḩâ’nın kesriyle) Şol mevziʹdir ki onda kurbân boğazlanır; minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿حَتَّى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُ﴾ (البقرة، 196) Ve
مَحِلُّ الدَّيْنِ [meḩillu’d-deyn] Deynin müddeti nihâyet bulduğu zamân.
اَلْمَحْلُ [el-maḩl] (mîm’in fethi ve ḩâ΄-i mühmelenin sükûnuyla) Kıtlık olmak, yağmur yağmayıp otlar kurumakla.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı