hedd ~ هَدِّ

Kamus-ı Muhit - هد maddesi

هَدِّ [hedd] (hâ’nın fethi ve dâl-ı müşeddedenin kesriyle) Eşek kısmı su içerken tergîb ve igrâ için îrâd olunan asvâttandır, سَأْ [se΄] gibi.

Şârih der ki هَدٌّ [hedd] pîr-i fânîye de ıtlâk olunur, مَهْدُودٌ [mehdûd] maʹnâsına. Kâle fi’l-Esâs: هَدَّنِي هَذَا الْأَمْرُ وَهَدَّ رُكْنِي إِذَا بَلَغَ مِنْكَ وَكَسَرَكَ Ve

هَدٌّ [hedd] Kerîm ve civân-merd adama ıtlâk olunur. Bunda bi-maʹnâ fâʹil ve bi-maʹnâ mefʹûl olmak muhtemeldir. Evvele göre tîşe-i cûd ile kendi mâlını hedm eder ve sânîye göre sâ΄iller hedm eder. Ve

هَدٌّ [hedd] Deve kükremek maʹnâsınadır; yukâlu: هَدَّ الْبَعِيرُ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا هَدَرَ Ve

هَدٌّ [hedd] ve

هَدَدٌ [heded] (fethateynle) Savt-ı galîz maʹnâsınadır; tekûlu: سَمِعْتُ هَدًّا وَهَدَدًا أَيْ صَوْتًا غَلِيظًاŞârih der ki bu maʹnâda masdar dahi olurlar. Ve

هَدٌّ [hedd] Zaʹîf ve zebûn adama ıtlâk olunur, مَهْدُودٌ [mehdûd] maʹnâsına. Ve bunda hâ’nın kesriyle de lügattir, yine مَهْدُودٌ [mehdûd] maʹnâsına, ذِبْحٌ [žibḩ] ve مَذْبُوحٌ [mežbûḩ] gibi. Cemʹi هَِدُّونَ [heddûn - hiddûn] hâ’nın fethi ve kesriyle. Ve ʹArablar مَرَرْتُ بِرَجُلٍ هَدَّكَ مِنْ رَجُلٍ وَهَدِّكَ مِنْ رَجُلٍ derler, حَسْبُكَ مِنْ رَجُلٍ maʹnâsına. Ve bunda müfred ve cemʹ ve müzekker ve mü΄ennes müsâvîdir; ve yukâlu: مَرَرْتُ بِامْرَأَةٍ هَدَّتْكَ مِنْ امْرَأَةٍ وَبِرَجُلَيْنِ هَدَّاكَ وَبِرِجَالٍ هَدُّوكَ وَبِامْرَأَتَيْنِ هَدَّتَاكَ وَبِنِسَاءٍ هَدَدْنَكَ ve yukâlu: إِنَّهُ لَهَدَّ الرَّجُلُ بِفَتْحِ الدَّالِ أَيْ لَنِعْمَ الرَّجُلُ ve yukâlu: فُلاَنٌ يُهَدُّ عَلَى بِنَاءِ الْمَجْهُولِ إِذَا أُثْنِيَ عَلَيْهِ بِالْجَلَدِ

Vankulu Lugatı - هد maddesi

اَلْهَدُّ [el-hedd] (hâ’nın fethi ile) Binâyı oynatıp zaʹîf etmek bir haysiyyetle ki yıkmalı ola; yukâlu: هَدَّ الْبِنَاءَ يَهُدُّهُ هَدًّا إِذَا كَسَرَهُ وَضَعْضَعَهُ وَهَدَّتْهُ الْمُصِيبَةُ أَيْ أَوْهَنَتْ رُكْنَهُ Yaʹnî musîbet bir cânibini harâb etse; ve minhu kavluhum: مَا هَدَّهُ كَذَا أَيْ مَا كَسَرَهُ Aṡmaʹî eyitti: هَدٌّ [hedd] recül-i zaʹîf maʹnâsına da gelir. Kaçan bir kimse bir kimseye vaʹîd etse أَتَى لِغَيْرِ هَدٍّ der yaʹnî “Ben katı zaʹîf değilim” der. Ve medh olunmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: فُلَانٌ يُهَدُّ عَلَى مَا لَمْ يُسَمَّ فَاعِلُهُ إِذَا أَثْنَى عَلَيْهِ بِالْجَلَدِ وَالْقُوَّةِ Ve جَلَدٌ [celed] cîm’in ve lâm’ın fethiyle berklik maʹnâsınadır; tekûlu: مَرَرْتُ بِرَجُلٍ هَدَّكَ مِنْ رَجُلٍ مَعْنَاهُ أَثْقَلكَ وَصْفُ مَحَاسِنِهِ Ve bunda iki lügat evlâdır ki هَدٌّ [hedd] kelimesini baʹzılar masdar mecrâsına cârî kılmağın tesniye ve cemʹ etmediler ve te΄nîs sîgası üzere getirmediler. Ve baʹzılar fiʹl kılıp tesniye ve cemʹ ve te΄nîs husûsların riʹâyet ettiler; tekûlu: مَرَرْتُ بِرَجُلٍ هَدَّكَ مِنْ رَجُلٍ وَامْرَأَةٍ هَدَّتْكَ مِنِ امْرَأَةٍ وَرَجُلَيْنِ هَدَّاكَ وَبِرِجَالٍ هَدُّوكَ وَبِامْرَأَتَيْنِ هَدَّتَاكَ وَبِنِسْوَةٍ هَدَدْنَكَ Ve bir aʹrâbî eyitti: هَدٌّ [hedd] recül-i kerîme ve recül-i cevâda derler. Ve

هَدٌّ [hedd] diye hâlet-i zaʹftan hâsıl olan âvâza derler; yukâlu: هَدَّ يَهِدُّ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı