اَلْبَطَنُ [el-beṯan] (fethateynle) Karın ağrısına denir; yukâlu: بُطِنَ الرَّجُلُ عَلَى بِنَاءِ الْمَجْهُولِ إِذَا اشْتَكَى بَطْنَهُ فَهُوَ مَبْطُونٌ ve yukâlu: أَصَابَهُ الْبَطَنُ أَيْ دَاءُ الْبَطْنِ
اَلْبَطِنُ [el-beṯin] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) Pek zengin potur ve taşkın adama denir; yukâlu: رَجُلٌ بَطِنٌ أَيْ أَشِرٌ مُتَمَوِّلٌ Ve karnından gayrıya himmeti olmayan ʹabdü’l-batn adama denir, ʹalâ-kavlin doymak bilmeyen ekûl ve inhana denir; yukâlu: رَجُلٌ بَطِنٌ إِذَا كَانَ هَمُّهُ بَطْنُهُ أَوْ هُوَ الرَّغِيبُ لَا يَنْتَهِي مِنَ الْأَكْلِ
اَلْبَطْنُ [el-baṯn] (bâ’nın fethiyle) Bedende karna denir, Fârisîde şikem derler. Ve bu müzekkerdir, cemʹi أَبْطُنٌ [ebṯun] ve بُطُونٌ [buṯûn] ve بُطْنَانٌ [buṯnân] gelir bâ’nın zammıyla; yukâlu: إِعْتَلَّ بَطْنُهُ وَهُوَ خِلَافُ الظَّهْرِ Ve
بَطْنٌ [baṯn] قَبِيلَةٌ [ḵabîlet]ten küçük olan obaya denir, ʹalâ-kavlin فَخِذٌ [feḣiž]den küçük ve عِمَارَةٌ [ʹimâret]ten büyük olanına denir. Bunun cemʹi أَبْطُنٌ [ebṯun] ve بُطُونٌ [buṯûn]dur. Ve
بَطْنٌ [baṯn] Her nesnenin içerisine denir; yukâlu: بَطْنُ الشَّيْءِ أَيْ جَوْفُهُ Ve kuşun yeleğinin uzun olan şakkına denir ki devşirdikte içeride kalır; cemʹi بُطْنَانٌ [buṯnân]dır. Ve
بَطْنٌ [Baṯn] Yirmi mevziʹ adıdır. Ve masdar olur, karna vurmak maʹnâsına; yukâlu: بَطَنَهُ وَبَطَنَ لَهُ بَطْنًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا ضَرَبَ بَطْنَهُ Ve
بَطْنٌ [baṯn] ve
بُطُونٌ [buṯûn] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Gizli olmak maʹnâsınadır; yukâlu: بَطَنَ الشَّيْءُ بَطْنًا وَبُطُونًا إِذَا خَفِيَ Ve bir nesneyi bilmek maʹnâsına müstaʹmeldir ki iç yüzüne muttaliʹ olmaktan ʹibârettir; yukâlu: بَطَنَ خَبَرَهُ إِذَا عَلِمَهُ Ve bir adamın umûr ve esrârına dâhil ve mahrem-i havâssından olmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: بَطَنَ مِنْ فُلَانٍ إِذَا صَارَ مِنْ خَوَاصِّهِ
اَلْبَطَنُ [el-beṯan] (fethateynle) Bir kimsenin karnı büyük olmak; yukâlu: بَطِنَ يَبْطَنُ بَطَنًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا عَظُمَ بَطْنُهُ مِنَ الشِّبَعِ
اَلْبَطِنُ [el-beṯin] (bâ’nın fethi ve ṯâ’nın kesri ile) Şol kimsedir ki karından gayrı nesneye himmeti olmaya.
اَلْبَطْنُ [el-baṯn] (bâ’nın fethi ve ṯâ’nın sükûnuyla) Karın ki arkanın mukâbilidir. Ve بَطْنٌ [baṯn] müzekkerdir. Ve Ebû Ḩâtim, Ebû ʹUbeyde’den بَطْنٌ [baṯn]ın te΄nîsi lügat olmasın nakl etti. Ve
بَطْنٌ [baṯn] Kabîleden az olan cemâʹate dahi derler. Ve
بَطْنٌ [baṯn] Bir kimsenin karnına vurmağa dahi derler; tekûlu: بَطَنْتُهُ إِذَا ضَرَبْتَ بَطْنَهُ ve بَطَنْتُ لَهُ dahi derler, baʹzı lügat üzere, شَكَرْتُهُ ve شَكَرْتُ لَهُ dedikleri gibi. Ve
بَطْنٌ [baṯn] Derenin içine girmeğe dahi derler; tekûlu: بَطَنْتُ الْوَادِيَ إِذَا دَخَلْتَهُ Ve bir nesnenin bâtının bilmeğe dahi derler; tekûlu: بَطَنْتُ هَذَا الْأَمْرَ إِذَا عَرَفْتَ بَاطِنَهُ ve tekûlu: بَطَنْتُ بِفُلَانٍ إِذَا صِرْتَ مِنْ خَوَاصِّهِ ve tekûlu: بُطِنَ الرَّجُلُ عَلَى مَا لَمْ يُسَمَّ فَاعِلُهُ إِذَا اشْتَكَى بَطْنَهُ Ve yeleğin uzun olan cânibine dahi derler ki kuş kanadın devşirdikte içeride kalır.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı