el-ʹazzet ~ اَلْعَزَّةُ

Kamus-ı Muhit - العزة maddesi

اَلْعَزَّةُ [el-ʹazzet] (ʹayn’ın fethiyle) Âhûnun dişi olan yavrusuna denir; ʹAzze bintu Cemîl onunla tesmiye olundu.

اَلْعِزَةُ [el-ʹizet] (عِدَةٌ [ʹidet] vezninde) Cumhûr ve gürûh-ı nâsa denir; cemʹi عِزُونَ [ʹizûn] gelir ʹayn’ın kesriyle; yukâlu: جَاءَتْ عِزَةٌ مِنَ النَّاسِ أَيْ عُصْبَةٌ وَرَأَيْتُ حَوْلَهُ عِزِينَ أَيْ جَمَاعَاتٍ Şârih der ki aslı عَزْوٌ idi, vâv hazf olunup hâ΄ ʹivaz oldu, nisbet maʹnâsından me΄hûzdur, müfredinde olan hazf nakîsasını cebr için cemʹ-i ʹâkıl ile cemʹlendi.

اَلْعِزُّ [el-ʹizz] ve

اَلْعِزَّةُ [el-ʹizzet] (ʹayn’ların kesriyle) ve

اَلْعَزَازَةُ [el-ʹazâzet] (ʹayn’ın fethiyle) Bir adam ʹazîz ve şerîf ve ʹâlî-kadr olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَزَّ الرَّجُلُ عَزًّا وَعِزَّةً وَعَزَازَةً مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا صَارَ عَزِيزًا Ve bir kimse zelîl iken kavî ve zî-kudret olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَزَّ فُلاَنٌ إِذَا قَوِيَ بَعْدَ ذِلَّةٍ Ve bir nesne bulunmaz derecesinde kalîl ve nâdir olmak maʹnâsına müstaʹmeldir ki kem-yâb olmak taʹbîr olunur; yukâlu: عَزَّ الشَّيْءُ إِذَا قَلَّ فَلاَ يَكَادُ يُوجَدُ Ve su ve sâ΄ir nesne seyelân eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir ki mesîl üzere tagallübü müşʹirdir; yukâlu: عَزَّ الْمَاءُ إِذَا سَالَ ve yukâlu: عَزَّتِ الْقَرْحَةُ إِذَا سَالَ مَا فِيهَا Ve bir nesne bir adamın ziyâdesiyle gücüne gelmek maʹnâsına müstaʹmeldir; tekûlu: عَزَّ عَلَيَّ أَنْ تَفْعَلَ كَذَا يَعِزُّ كَيَقِلُّ وَيَمَلُّ يَعْنِي مِنَ الْبَابِ الثَّانِي وَالرَّابِعِ أَيْ حَقَّ وَاشْتَدَّ Ve minhu yekûlûne li’r-reculi: أَتُحِبُّنِي فَيَقُولُ لَعَزَّمَا أَيْ لَشَدَّمَا يَعْنِي لَحَقَّ وَصَعُبَ عَلَيَّ مَا قُلْتَ Yaʹnî “Sana muhabbetim ʹayân ve müstagnin-ʹani’l-beyân iken beni sever misin diye su΄âlin pek gücüme geldi!” Ve kerem cihetiyle gayra zâ΄id ve râcih olmak maʹnâsınadır; tekûlu: عَزَزْتُ عَلَيْهِ عَزًّا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي أَيْ كَرُمْتُ Ve مُعَازَّةٌ [muʹâzzet] cihetinde münâziʹine gâlib olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَزَّهُ عَزًّا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا غَلَبَهُ فِي الْمُعَازَّةِ ve yukâlu: عَزَّهُ إِذَا غَالَبَهُ فِي الْخِطَابِ أَيْ غَلَبَهُ فِي الْإِحْتِجَاجِ ve mine’l-emsâli: ḣإِذَا عَزَّ أَخُوكَ فَهِنْḢ أَيْ إِذَا غَلَبَكَ وَلَمْ تُقَاوِمْهُ فَلِنْ لَهُ Yaʹnî “O adam sana galebe edip mukâvemet eylemeyeceğini tahkîk eylediğinde ona müdârâ ve mülâyemetle muʹameleye ibtidâr eyle.”

Vankulu Lugatı - العزة maddesi

اَلْعَزَّةُ [el-ʹazzet] (ʹayn’ın fethiyle) Âhû yavrusunun dişisi, بِنْتُ الظَّبْيَةِ maʹnâsına. Ve bu sebebden nisâ tâ΄ifesinin baʹzına عَزَّةُ [ʹazzet] diye ad korlar.

اَلْعِزَةُ [el-ʹizet] (ʹayn’ın kesri ve zâ’nın tahfîfiyle) Halâyıktan bir bölük. Âhirinde olan hâ yâ’dan ʹıvazdır.

اَلْعِزَّةُ [el-ʹizzet] (ʹayn’ın kesriyle) ve

اَلْعَزَازَةُ [el-ʹazâzet] (ʹayn’ın fethiyle) Zikr olunan gibidir nâdir olmak maʹnâsında ve izzet bulmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: عَزَّ يَعِزُّ عِزَّةً وَعَزَازَةً مِنَ الْبَابِ الثَّانِي Ve bâb-ı evvelden galebe etmek maʹnâsına da gelir; yukâlu: عَزَّهُ يَعِزُّهُ Ve fi’l-meseli: “مَنْ عَزَّ بَزَّ” أَيْ مَنْ غَلَبَ سَلَبَ وَالْإِسْمُ الْعِزَّةُ أَيِ الْقُوَّةُ Katı gelmeğe dahi derler; yukâlu: عَزَّ عَلَيَّ أَنْ يَفْعَلَ كَذَا Ve vâcib olmağa da derler; yukâlu: عَزَّ عَلَيَّ ذَلِكَ أَيْ حَقَّ Ve fi’l-meseli: “إِذَا عَزَّ أَخُوكَ فَهُنْ” Yaʹnî kaçan yoldaşın sertlik eylese sen mülâyemet et. Ve

عَزَازَةٌ [ʹazâzet] Berk yere dahi derler, أَرْضٌ صُلْبَةٌ maʹnâsına. Ve

عِزَّةٌ [ʹizzet] Keremde gâlib olmak maʹnâsına da gelir; yukâlu: عَزَزْتُ عَلَيْهِ أَيْ كَرُمْتُ عَلَيْهِ ve kavluhu taʹâlâ: ﴿فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ﴾ (يس 14) يُخَفَّفُ وَيُشَدَّدُ أَيْ قَوَّيْنَا وَشَدَّدْنَا

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı