el-ḵirn ~ اَلْقِرْنُ

Kamus-ı Muhit - القرن maddesi

اَلْقِرْنُ [el-ḵirn] (ḵâf’ın kesriyle) Bir adamın şecâʹatte küf΄ ve hemtâsı olan kimseye denir, ʹalâ-kavlin her bâbda küf΄ ve hemtâsı olana denir; yukâlu: هُوَ قِرْنُهُ أَيْ كُفْؤُهُ فِي الشَّجَاعَةِ أَوْ عَامٌّ

اَلْقَرَنُ [el-ḵaren] (fethateynle) Ok kuburuna denir, جَعْبَةٌ [caʹbet] maʹnâsına. Ve kılıca denir. Ve sehm-i ʹArabîye denir, نَبْلٌ [nebl] maʹnâsına. Ve iki deveyi ʹaraba öküzleri gibi birbirine çattıkları ipe denir. Kezâlik âher deveye çatılmış deveye denir, قَرِينٌ [ḵarîn] gibi. Ve سَلَبٌ [seleb] taʹbîr olunan ağaç kabuğundan bükülmüş şol ipe denir ki çift öküzünün birden boyunlarına geçirip birbirine çatarlar, baʹdehu boyunduruk geçirirler, hâlen bu semtlerde kayıştan ederler ki zivle taʹbîr olunur. Ve

قَرَنٌ [Ḵaren] Uveys el-Ḵarenî cenâblarının ceddi ismidir ki ona mensûbdur, niteki zikr olundu. Ve

قَرَنٌ [ḵaren] Masdar olur, bir kimse çatık kaşlı olmak maʹnâsına; yukâlu: قَرِنَ الرَّجُلُ قَرَنًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا كَانَ مَقْرُونَ الْحَاجِبَيْنِ

اَلْقَرْنُ [el-ḵarn] (ḵâf’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Boynuza denir, رَوْقٌ [revḵ] maʹnâsına. Ve insânın başında hayvânın boynuz bitecek yerine denir ki murâd başın iki taraflı tepesidir, ʹalâ-kavlin başın yukarısına denir; cemʹi قُرُونٌ [ḵurûn]dur; yukâlu: ضَرَبَ عَلَى قَرْنِ رَأْسِهِ وَهُوَ مَوْضِعُ رَوْقِ الْحَيَوَانِ مِنْ رَأْسِ الْإِنْسَانِ أَوِ الْجَانِبِ الْأَعْلَى Ve ذُؤَابَةٌ [žu΄âbet] maʹnâsınadır ki erkek kısmının perçemidir, ʹalâ-kavlin nisvân kisvesine denir. Ve saç bölüğüne denir, خُصْلَةٌ [ḣuṡlet] maʹnâsına. Ve dağ yöresine denir; cemʹi قِرَانٌ [ḵirân]dır, جِبَالٌ [cibâl] vezninde. Ve قَرْنُ الْجَرَادِ [ḵarnu’l-cerâd] çekirgenin başında olan iki tüyün birine denir; ikisine قَرْنَانِ [ḵarnân] denir. Ve mihaffe örtüsüne denir. Ve beyâbânın evveline denir; tekûlu: وَصَلْنَا فِى قَرْنِ الْفَلَاةِ أَيْ أَوَّلِهَا Ve قَرْنُ الشَّمْسِ [ḵarnu’ş-şems] Güneşin nâhiyesine denir ki dâ΄ire-i kursunun kenârıdır, ʹalâ-kavlin aʹlâsına denir ki tulûʹ ettikte en evvel zuhûr eden cüz΄ünden ʹibârettir, حَاجِبٌ [ḩâcib] dahi ıtlâk olunur. Ve ʹinde’l-baʹz pertev ve şuʹâʹının evveline denir ki ibtidâ zâhir ve müstefîz olur; yukâlu: طَلَعَ قَرْنُ الشَّمْسِ أَيْ نَاحِيَتُهَا أَوْ أَعْلَاهَا أَوْ أَوَّلُ شُعَاعِهَا Ve قَرْنُ الْقَوْمِ [ḵarnu’l-ḵavm] o kavm ve cemâʹatin seyyid ve sergerdesine ıtlâk olunur; yukâlu: هُوَ قَرْنُ قَوْمِهِ أَيْ سَيِّدُهُمْ Ve قَرْنُ الْكَلَإِ [ḵarnu’l-kele΄] çayırın iyisine yâhûd sona kalanına yâhûd henüz pâymâl olmamış ucuna ve köşesine denir; tekûlu: رَعَيْتُهُ مِنْ قَرْنِ الْكَلَإِ أَيْ خَيْرِهِ أَوْ آخِرِهِ أَوْ أَنْفِهِ الَّذِي لَمْ يُوطَأْ Ve at kısmının bir baş seğirtmesine denir; yukâlu: عَدَا الْفَرَسُ قَرْنًا أَوْ قَرْنَيْنِ أَيْ طَلْقًا أَوْ طَلْقَيْنِ Ve yağmurun birden sağanaklı yağmasına denir ki bora ve buğanak taʹbîr olunur. Ve bir adamın yaşdaşına denir; tekûlu: هُوَ قَرْنِي أَيْ لِدَتِي ve yukâlu: هُوَ عَلَى قَرْنِي أَيْ عَلَى سِنِّي وَعُمْرِي Ve zamândan kırk sene müddete denir, ʹalâ-kavlin on sene yâhûd yirmi sene yâhûd otuz yâ altmış yâhûd yetmiş yâ seksen yâhûd yüz yâhûd yüz yirmi seneye denir. Kavl-i evvel yaʹnî ahîrden kavl-i evvel ki yüz sene müddettir, asahh ve asvebdir, zîrâ Nebiyy-i ekrem ʹaleyhi’s-salâtu ve’s-selâm hazretleri bir gulâm hakkında “عِشْ قَرْنًا” ʹibâretiyle duʹâ eylemeleriyle o gulâm yüz sene muʹammer oldu. Ve

قَرْنٌ [Ḵarn] ʹArafât üzere çekilmiş bir dağın adıdır. Ve düz ve dayıncak yek-renk taşa denir, somaki gibi. Ve huccâc-ı Necd’in mîkâtı adıdır ki Ṯâ΄if yanında bir karyedir, ʹalâ-kavlin onda vâdînin bi-küllihi ve bi-tamâmihi ismidir. Cevherî bunu fethateynle resminde ve Uveys el-Ḵarenî cenâblarını oraya nisbet eylemesinde galat eyledi, zîrâ Uveys el-Ḵarenî, Ḵaren b. Redmân b. Nâciye b. Murâd nâm kimseye mensûbdur ki ecdâdının birisidir, yine fethateynledir. Ve tesniye sîgasıyla قَرْنَانِ [Ḵarnân] kutb-ı şimâlî yanında cedy nâm kevkeb hizâsında iki kevkebe ıtlâk olunur. Ve

قَرْنٌ [ḵarn] Masdar olur, bir nesneyi bir nesneye yanaştırıp bitiştirmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَرَنَهُ بِهِ قَرْنًا إِذَا شَدَّهُ إِلَيْهِ وَوَصَلَهُ Ve iki deveyi bir ipe dizmek maʹnâsınadır ki boyunduruk gibi, ikisinin boynuna bağlayıp yanaştırmaktan ʹibârettir; yukâlu: قَرَنَ الْبَعِيرَيْنِ إِذَا جَمَعَهُمَا فِي حَبْلٍ ve

قَرْنُ [Ḵarn] Arz-ı Neḩâme’de bir karye adıdır. Ve Baġdâd kazâsında Ḵuṯrubull ile Mezraḵa beyninde bir karye adıdır; Ḣâlid b. Zeyd nâm muhaddis ona mensûbdur. Ve Mıṡır’da bir karye ve İfrîḵiyye’de bir dağın ismleridir. Ve

قَرْنٌ [ḵarn] Şol ümmet ve cemâʹate denir ki o tabaka bi’l-cümle âhirete gidip onlardan ferd-i vâhid kalmamış ola ki bir karn geçti taʹbîr olunur; yukâlu: كَانَ فِي الْقَرْنِ الْأَوَّلِ وَهُوَ كُلُّ أُمَّةٍ هَلَكَتْ فَلَمْ يَبْقَ مِنْهَا أَحَدٌ Ve zamândan vakt ve hengâma denir; yukâlu: كَانَ كَذَا فِي قَرْنٍ مِنَ الْقُرُونِ أَيْ وَقْتٍ مِنَ الزَّمَانِ Ve ağaç kabuğundan bükülmüş ipe denir; yukâlu: رَبَطَهُ بِقَرْنٍ أَيْ بِحَبْلٍ مَفْتُولٍ مِنْ لِحَاءِ الشَّجَرِ Ve koyun yününden bürülüp bükülmüş bir bölük büküntüye denir. Ve kumluğun aşağı tarafına denir. Ve baʹzı nisvânın fercinde olan küçük aslığa denir ki debbe olan adamın debbeliği gibi halkî bir şiştir; yukâlu: بِالْمَرْأَةِ قَرْنٌ أَيْ عَفَلَةٌ صَغِيرَةٌ Mü΄ellifin صَغِيرَةٌ ile vasfından kebîr olanına ıtlâk olunmadığı müstebândır ve bunun tafsîli “ع،ف،ل”mâddesinde murûr eyledi. Ve

قَرْنٌ [ḵarn] Küçük dağa denir, ʹalâ-kavlin sâ΄ir dağlardan başkaca kıtʹaya denir; cemʹi قُرُونٌ [ḵurûn] ve قِرَانٌ [ḵirân] gelir, جِبَالٌ [cibâl] vezninde. Ve kılıcın ve temrenin ağzına denir; yukâlu: قَرْنُ السَّيْفِ وَالنَّصْلِ أَيْ حَدُّهُمَا Ve bedenden birden ter boşanmağa denir; ve minhu yukâlu: حَلَبْنَا الْفَرَسَ قَرْنًا أَوْ قَرْنَيْنِ أَيْ عَرَقًا أَوْ عَرَقَيْنِ Ve zamân-ı vâhid ehline denir ki bir zamân adamları olacaktır ki müddet hasebiyle mütekârinlerdir; yukâlu: ذَهَبَ الْقَرْنُ الَّذِي أَنْتَ مِنْهُمْ كُنْتَ غَرِيبًا وَهُوَ أَهْلُ زَمَانٍ وَاحِدٍ Ve bir ümmet ve cemâʹat inkızâsından sonra gelen ümmet ve cemâʹate denir; yukâlu: قَرْنٌ بَعْدَ قَرْنِ أَيْ أُمَّةٌ بَعْدَ أُمَّةٍ Ve şol mîle denir ki taştan kuyunun ağzına yapıp üzerine makaranın ve çarhın okunu vazʹ ederler; iki taraflı olmakla ikisine قَرْنَانِ [ḵarnân] denir ve o mîller ağaçtan olursa دِعَامَةٌ [diʹâmet] derler. Ve göze bir mîl yaʹnî bir defa sürme çekmeğe denir; tekûlu: مَا جَعَلْتُ فِي عَيْنِي قَرْنًا مِنْ كُحْلٍ أَيْ مِيلًا وَاحِدًا Ve bir kerre maʹnâsınadır ki Fârisîde yek-bâre denir; tekûlu: أَتَيْتُهُ قَرْنًا أَيْ مَرَّةً وَاحِدَةً ve

قَرْنُ بَاعِرٍ [Ḵarnu Bâʹir] ve

قَرنُ عِشَارٍ [Ḵarnu ʹİşâr] ve

قَرْنُ النَّاعِي [Ḵarnu’n-Nâʹî] ve

قَرْنُ بَقْلٍ [Ḵarnu Baḵl] Yemen’de birer hısn ismleridir. Ve

قَرْنُ الْبَوْبَاتِ [Ḵarnu’l-Bevbât] (bâ’nın fethiyle) Bir vâdî ismidir ki Serât ülkesinden beri çekilip gelir. Ve

قَرْنُ غَزَالٍ [Ḵarnu Ġazâl] Bir maʹrûf sarp yokuşun adıdır. Ve

قَرْنُ الذَّهَابِ [Ḵarnu’ž-Žehâb] Bir mevziʹdir. Ve

قَرْنُ الشَّيْطَانِ [Ḵarnu’ş-Şeyṯân] ve

قَرْنَا الشَّيْطَانِ [Ḵarna’ş-Şeyṯân] (ki tesniye sîgasıyladır) Re΄y ve tesvîline ittibâʹ eden ümmetine ıtlâk olunur yâhûd kuvvet ve intişârından yâhûd tasallut ve istîlâsından kinâyedir. Şârih der ki mü΄ellif bununla işbu: “اَلشَّمْسُ تَطْلُعُ بَيْنَ قَرْنَي الشَّيْطَانِ” hadîsine telmîh eylemiştir. Burada قَرْنٌ [ḵarn]dan murâd başının tepesinin bir tarafıdır ki iki tarafına قَرْنَانِ [ḵarnân] denir, şemsin tulûʹu hengâmında altına girip şemsi o hizâda tutmakla âfitâb-perest olanların sücûdu kendisine münkalib olur yâhûd kuvvetinden kinâyedir ki gün doğduğu gibi harekete gelip nâsa tasallut ederler, zîrâ gecelerde muʹâmele kalmamakla o kadar hareket ve intişârları olmaz yâhûd murâd evvelîn ve âhirîn hizb ve ümmetidir. Ve bunların mecmûʹu temsîl cihetiyledir.

Vankulu Lugatı - القرن maddesi

اَلْقِرْنُ [el-ḵirn] (ḵâf’ın kesri ve râ’nın sükûnuyla) Şecâʹatte mislin olan kimse.

اَلْقَرَنُ [el-ḵaren] (fethateynle) Ok kuburuna derler, Aṡmaʹî eyitti: قَرَنٌ [ḵaren] şol kuburdur ki deriden dikerler ve okların yeleklerine havâ erişsin fâsid olmasın diye bir cânibin yararlar, baʹdehu o yarılan yeri dikerler. Ve

قَرَنٌ [ḵaren] Kezâlik kılıca ve oka dahi derler. Ve

قَرَنٌ [ḵaren] Şol ipe dahi derler ki onunla iki deveyi birbirine çatarlar. Ve İbnu’s-Sikkît eyitti: قَرَنٌ [ḵaren] şol devedir ki âhar deveye makrûn ola, bir ipe bağlanmakla. Ve

قَرَنٌ [Ḵaren] Bir mevziʹin dahi ismidir ki o ehl-i Necd’in mîkâtıdır. Ve أُوَيْسُ الْقَرَنِيِّ [Uveysu’l-Ḵarenî]ye Uveys el-Ḵarenî dediklerine bâʹis budur. Ve

قَرَنٌ [ḵaren] Masdar dahi gelir, مَقْرُونُ الْحَاجِبَيْنِ den çatık kaşlı olmak maʹnâsına.

اَلْقَرْنُ [el-ḵarn] (ḵâf’ın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Sığırın ve gayrın boynuzu. Ve

قَرْنٌ [ḵarn] Bir bölük saça dahi derler. Ve bundandır Ebû Sufyân’ın Rûm hakkında ذَاتُ الْقُرُونِ dediği. Aṡmaʹî eyitti: قُرُونٌ [ḵurûn]dan murâdı saç bölükleridir, zîrâ tâ΄ife-i Rûm saçların uzatırlar ve halk içinde onunla bilinirler. Ve bu cihetten لِلرَّجُلِ قَرْنَانِ derler, ضَفِيرَتَانِ maʹnâsına ki iki bölük saç demek olur.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı