el-ḵasṯ ~ اَلْقَسْطُ

Kamus-ı Muhit - القسط maddesi

اَلْقَسْطُ [el-ḵasṯ] (قَصْدٌ [ḵaṡd] vezninde) ve

اَلْقُسُوطُ [el-ḵusûṯ] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Haktan ʹudûl ile cevr ve zulm eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَسَطَ الْوَالِي قَسْطًا وَقُسُوطًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا جَارَ وَعَدَلَ عَنِ الْحَقِّ Ve bir nesneyi tefrîk eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَسَطَ الشَّيْءَ إِذَا فَرَّقَهُ

اَلْقَسِيطُ [el-ḵasîṯ] (أَمِيرٌ [emîr] vezninde) ve

اَلْقُسُطُ [el-ḵusuṯ] (zammeteynle) Bacağı değnek gibi dik ve doğru olup aslâ tevtîri ve verebliği olmayan kimseye denir; yukâlu: رَجُلٌ قَسِيطٌ وَقُسُطُ الرِّجْلِ أَيْ مُسْتَقِيمُهَا بِلاَ أَطَرٍ

اَلْقَسَطُ [el-ḵasaṯ] (fethateynle) Boyun kuru olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَسِطَتْ عُنُقُهُ قَسَطًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا كَانَتْ يَابِسَةً Ve dâbbenin ayakları dik olmak maʹnâsınadır ki meʹâyibdendir, muʹteber olan tevtîrli olmaktır; yukâlu: قَسِطَتِ الدَّابَّةُ إِذَا كَانَتْ رِجْلاَهَا مُنْتَصِبَةً

اَلْقُسْطُ [el-ḵusṯ] (ḵâf’ın zammıyla) Bu ismle maʹrûf bir köktür. İki nevʹ olur: birine kust-ı Hindî ve birine kust-ı ʹArabî derler. Kust-ı Hindî siyâha mâ΄il hafîf ve galîz ve râyihası kalîl ve taʹmı acı olur. Ve kust-ı ʹArabî lezîz ve ak ve hafîf ve ʹıtriyyetli olur. Ve mutlak zikr olundukta murâd kust-ı hulvdür ki ʹArabî kısmıdır, bevl ve hayzı müdirr ve ciğere pek nâfiʹ ve sancıyı dâfiʹ ve solucanları kâtil ve sikencebîn ile şürbü hummâ-yı ribʹa ve tebhîri zükâm ve nezle ve vebâya ve tılâsı behak ve baras ʹilletlerini izâlede ʹacîbü’l-eserdir.

اَلْقِسْطُ [el-ḵisṯ] (ḵâf’ın kesriyle) ʹAdl ve dâd eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَسَطَ الْحَاكِمُ قِسْطًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي وَالْأَوَّلِ إِذَا عَدَلَ Ve

قِسْطٌ [ḵisṯ] عَدْلٌ [ʹadl] kelimesi gibi mübâlagaten vasf-bi’l-masdar olarak istiʹmâl olunur; müfred ve cemʹi müsâvî olur; yukâlu: رَجُلٌ قِسْطٌ وِرِجَالٌ قِسْطٌ وَمِيزَانٌ قِسْطٌ وَمَوَازِينُ قِسْطٌ Ve

قِسْطٌ [ḵisṯ] Hisse ve nasîb maʹnâsınadır; yukâlu: وَفَّاهُ قِسْطَهُ أَيْ حِصَّتَهُ وَنَصِيبَهُ Ve

قِسْطٌ [ḵisṯ] Bir gûne ölçeğe denir ki nısf-ı sâʹ alır ve baʹzen onunla âbdest alınır. Ve minhu’l-hadîsu: “إِنَّ النِّسَاءَ مِنْ أَسْفَهِ السُّفَهَاءِ إِلاَّ صَاحِبَةَ الْقِسْطِ وَالسِّرَاجِ” كَأَنَّهُ أَرَادَ الَّتِي تَخْدُمُ بَعْلَهَا وَتُوَضِّئُهُ وَتَزْدَهِرُ بِمِيضَأَتِهِ وَتَقُومُ عَلَى رَأْسِهِ بِالسِّرَاجِ Hâsıl-ı maʹnâ budur ki “Tahkîk nisvân tâ΄ifesi süfehânın ziyâdesiyle sefîh olanlarındandır, lâkin zevcleri âbdest aldıkları vaktte ellerine âbdest suyu koyup ve ibrîk ve mataralarını hıfz edip ve gece vakti taşra çıktıkta aydınlık için başları üzere çerâg tutmak gibi hizmetlerine mübâderet ve müdâvemet eden hatun değildir. Ve

قِسْطٌ [ḵisṯ] Mikdâr maʹnâsınadır; yukâlu: قِسْطُهُ كَذَا أَيْ مِقْدَارُهُ Ve rızk ve rûzî maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: يَأْتِيهِ قِسْطُهُ الْمَقْسُومُ أَيْ رِزْقُهُ Ve teraziye denir, mîzân maʹnâsına. Ve bardağa denir; tekûlu; شَرِبْتُ مِنَ الْقِسْطِ أَيِ الْكُوزِ

Vankulu Lugatı - القسط maddesi

اَلْقَسَطُ [el-ḵasaṯ] (fethateynle) Davarın ayağı dik olmadır. Ve bu ʹayb ʹadd olunur, muʹteber olan bir mikdâr eğrilip yine kiriş gibi doğrulmaktır; yukâlu: قَسِطَ قَسَطًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ

اَلْقُسْطُ [el-ḵusṯ] (ḵâf’ın zammı ve sîn’in sükûnuyla) Deryâda hâsıl olan edviyeden bir maʹrûf dârudur.

اَلْقِسْطُ [el-ḵisṯ] (ḵâf’ın kesri ve sîn’in sükûnuyla) ʹAdl maʹnâsınadır. Ve

قِسْطٌ [ḵisṯ] Şol kîleye derler ki o nısf-ı sâʹdır. Ve

قِسْطٌ [ḵisṯ] Hisse ve nasîb maʹnâsına dahi gelir.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı