Ṡabir ~ صَبِرٌ

Kamus-ı Muhit - صبر maddesi

اَلصَّبِرُ [eṡ-ṡabir] (كَتِفٌ [ketif] vezninde ve bâ’nın sükûnuyla zarûret-i şiʹre mahsûstur) Bir nevʹ acı şecerin ʹusâresinin ismidir ki edviyedendir, beyne’n-nâs bu ismle müteʹâreftir, Türkî-i kadîmde azvay taʹbîr olunur. Ve

صَبِرٌ [Ṡabir] Yemen’de Taʹizz nâm şehr üzere müşrif bir dağın ismidir.

اَلصُّبْرُ [eṡ-Ṡubr] (ṡâd’ın zammıyla) Ġassân kabîlesinden bir batn ismidir. Ve

صُبْرٌ [ṡubr] ve

صُبُرٌ [ṡubur] (zammeteynle) Çakıl taşlı olan arza denir.

اَلصِّبْرُ [eṡ-ṡibr] (ṡâd’ın kesri ve zammıyla) Bir şey΄in ucuna ve nâhiyesine denir. Cemʹi أَصْبَارٌ [aṡbâr]dır ve minhu yukâlu: مَلَأَ الْكَأْسَ إِلَى أَصْبَارِهَا أَيْ رَأْسِهَا ve yukâlu: أَخَذَهُ بِأَصْبَارِهِ أَيْ بِجَمِيعِهِ Ve

صِبْرٌ [ṡibr] (kezâlik ṡâd’ın kesri ve zammıyla) Ak sehâb parçasına denir. Bunun da cemʹi أَصْبَارٌ [aṡbâr] gelir.

Ve صَبْرُ الْإِنْسَانِ عَلَى الْقَتْلِ [ṡabru’l-insâni ʹale’l-ḵatl] Bir adamı baʹzı kimseler tutup taş ve ok makûlesi mühlik nesneler atıp vurmakla helâk eylemekten ʹibârettir ki Câhiliyye törelerindendir; yukâlu: قَدْ قَتَلَهُ صَبْرًا ve yukâlu: صَبَرَهُ عَلَيْهِ Kâle’ş-şârih: وَمِنْهُ الْحَدِيثُ فِي رَجُلٍ أَمْسَكَ رَجُلاً وَقَتَلَهُ آخَرُ فَقَالَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ “اُقْتُلُوا الْقَاتِلَ وَاصْبِرُوا الصَّابِرَ” يَعْنِي اِحْبِسُوا الَّذِي حَبَسَهُ لِلْمَوْتِ حَتَّى يَمُوتَ كَفِعْلِهِ بِهِ وَكَذَلِكَ لَوْ حَبَسَ الرَّجُلُ نَفْسَهُ عَلَى شَيْءٍ يُرِيدُهُ قَالَ صَبَرْتُ نَفْسِي Ve

يَمِينُ الصَّبْرِ [yemînu’ṡ-ṡabr] Şol yemîne ıtlâk olunur ki yemîn terettüb eden adamı yemîn eylemedikçe hâkim salıvermeyip habs ve imsâk eyleye; ʹalâ-kavlin hükm cihetiyle sâhibine lâzım gelmekle yemîn eylemek zımnında hâkim cebr ve zor eyleye, yemîn-i kısâs gibi. Pes bir adama hod-be-hod yemîn eylese ona يَمِينُ الصَّبْرِ [yemînu’ṡ-ṡabr] ıtlâk olunmaz. Ve

صَبْرٌ [ṡabr] Bir adama yemîn-i sabr lâzım gelmek maʹnâsınadır; yukâlu: صَبَرْتُ الرَّجُلَ يَمِينَ الصَّبْرَ إِذَا لَزِمْتَهُ Ve

صَبْرٌ [ṡabr] جَزَعٌ [cezaʹ] mukâbilidir ki bir adama bir musîbet ve beliyye hudûsuna telâş ve feryâd ve ıztırâb eylemeyip zevâline müterakkıb olarak sükûn ve tahammül ile katlanmaktan ʹibârettir; yukâlu: أَصْبَرَ الرَّجُلُ نَقِيضُ جَزَعَ فَهُوَ صَابِرٌ وَصَبِيرٌ Ve

صَبْرٌ [ṡabr] ve

صَبَارَةٌ [ṡabâret] (سَفَارَةٌ [sefâret] vezninde) Kefîl olmak maʹnâsınadır; yukâlu: صَبَرَ بِهِ صَبْرًا وَصَبَارَةً مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا كَفَلَ بِهِ Ve kefîl vermek maʹnâsınadır; tekûlu: أُصْبُرْنِي عَلَى صِيغَةِ الْأَمْرِ أَيْ أَعْطِنِي كَفِيلاً

Vankulu Lugatı - صبر maddesi

اَلصِّبْرُ [eṡ-ṡibr] (ṡâd’ın kesri ve bâ’nın sükûnuyla) ve

اَلصُّبْرُ [eṡ-ṡubr] (ṡâd’ın zammı ve bâ’nın sükûnuyla) أَصْبَارٌ [aṡbâr]ın vâhididir, Yaʹḵûb, Ferrâ’dan rivâyet ettiği üzere. Ve

أَصْبَارٌ [aṡbâr] Çanağın etrâfına da derler; yukâlu: أَخَذَهَا بِأَصْبَارِهَا أَيْ تَامَّةً بِجَمِيعِهَا Bunun dahi vâhidiصُبْرٌ [ṡubr] gelir, ṡâd’ın zammı ve bâ’nın sükûnuyla; yukâlu: أَدْهَقْتُ الْكَأْسَ بِأَصْبَارِهَا بِأَصْمَارِهَا أَيْ إِلَى رَأْسِهَا Ve Aṡmaʹî eyitti: Kaçan bir kimse kemâliyle şiddete uğrasa لَقِيَهَا بِأَصْبَارِهَا derler. Ve

صُبْرٌ [Ṡubr] Ġassân’dan bir cemâʹatin ismidir. Ve

صُبْرٌ [ṡubr] Kezâlik بُصْرٌ [buṡr]un maklûbudur ki بُصْرٌ [buṡr] bir nesnenin tarafına ve kalınlığına derler. Ve

صُبْرٌ [ṡubr] Şol yere derler ki onda ufak taşlar ola ve berk yer olmaya. Bu sebebden أُمُّ صَبَّارٍ [ummu ṡabbâr] ṡâd’ın fethi ve bâ’nın teşdîdiyle taşlı yere derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı