ʹîn ~ عِينٌ

Kamus-ı Muhit - عين maddesi

Mütercim der ki Muḵaddime-i Zemaḣşerî’de meşrûh olduğu üzere عَيْنٌ [ʹayn] lafzı elfâz-ı müşterekenin eşheri ve maʹnâ cihetinden ekseridir. Ve medlûlü olan maʹnâların baʹzı mevzûʹun leh-i hakîkî ve baʹzı mecâzîdir ve بَاصِرَةٌ [bâṡiret] te΄vîliyle mü΄ennestir. Ve Râġib’in beyânına göre maʹânî-i sâ΄ire birer münâsebetle müsteʹârdır, meselâ eşref-i aʹzâ΄ olduğundan kendiden sâhib-i fazl u meziyyet nesneler istiʹâre olunur. Ve cüz΄-i aʹzam olduğundan nefs ve zât maʹnâsına istiʹmâl olunur. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Ehl-i belede denir; fethateynle lügattir; yukâlu: بَلَدٌ قَلِيلُ الْعَيْنِ أَيْ أَهْلِهِ Ve hâne cemâʹatine denir; yukâlu: مَا بِالدَّارِ عَيْنٌ أَيْ أَهْلُهَا Ve masdar olur göz değirmek maʹnâsına; yukâlu: عَانَهُ يَعِينُهُ عَيْنًا إِذَا أَصَابَهُ بِعَيْنِهِ Ve baʹzı gözde olan isâbet hâssasına denir ki her neye nazar eylese isâbet eder; yukâlu: بِهِ عَيْنٌ أَيْ إِصَابَةٌ فِي عَيْنِهِ Ve insâna denir; ve minhu yukâlu: مَا بِالدَّارِ عَيْنٌ أَيْ أَحَدٌ Ve Ḩicâz’da Hužeyl kabîlesine mahsûs bir belde adıdır. Ve câsûsa denir; yukâlu: بَعَثَ عَيْنًا أَيْ جَاسُوسًا Ve bu ʹavrete فَرْجٌ [ferc] ve merkûba ظَهْرٌ [żahr] ıtlâkı gibidir. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] ve

عَيَنَانٌ [ʹayenân] (fetehâtla) Masdar olurlar, su akıtmak maʹnâsına; yukâlu: عَانَ الْمَاءَ عَيْنًا وَعَيَنَانًا إِذَا جَرَى Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Şol yufka deri parçasına denir ki kemân-gürüh ve zenbûrun yuvalağını ona sarıp atarlar. Ve cemâʹat ve gürûh maʹnâsınadır; fethateynle de câ΄izdir; yukâlu: جَاءَتْ عَيْنٌ مِنَ النَّاسِ أَيْ جَمَاعَةٌ Ve hâssa-i basara denir ki gözde olan görücülük kuvvetidir, kuvâ-yı hamse-i zâhirenin biridir; yukâlu: هُوَ قَوِيُّ الْعَيْنِ أَيْ حَاسَّةٌ بَصَرِيَّةٌ قَوِيَّةٌ Ve hâzır ve mevcûd olan şey΄e denir; yukâlu: هُوَ عَيْنٌ أَيْ حَاضِرٌ Ve hakîkat-i kıbleye denir ki namâzda oraya teveccüh olunur. Ve hurûf-ı hecâdan bir harftir ki hurûf-ı halkiyyedendir ve mehcûredendir. Lede’t-telaffuz izhârında ihtimâm olunmak münâsibdir, lâkin mü΄eddi΄-i istikrâh olacak denli mübâlaga olunmamak lâzımdır.

Vankulu Lugatı - عين maddesi

اَلْعِينُ [el-ʹîn] (ʹayn’ın kesri ve meddiyle) Cemʹi, zikr olunan âletler maʹnâsına. فُعْلٌ [fuʹl] vezni üzere idi fâ’nın zammı ile vâv yâ’ya kalb olunmuştur yâ vâv’dan ehaff olduğundan ötürü. Ve

عِينٌ [ʹîn] أَعْيَنُ [aʹyen]in dahi cemʹi gelir, gözü büyük kimseler maʹnâsına. Bu sebebden bakar-ı vahşîye عِينٌ [ʹîn] derler.

ذُو الْعُيَيْنَتَيْنِ [žu’l-ʹuyeyneteyn] (ʹayn’ın kezâlik zammı ve yâ΄-i evvelin fethi ve sânînin sükûnuyla) Câsûs; maʹnâ-yı mezbûrdan me΄hûzdur; وَلَا تَقُلْ ذُو الْعُوَيْنَتَيْنِ Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Pınar gözüne dahi derler. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Diz gözüne dahi derler ki o dizin mukaddeminde olan çukur yerdir ki incik üzerindedir. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Cirm-i şemse dahi derler. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Gözcüye ve câsûsa dahi derler. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Altına [derler]. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Nakd olan altına ve akçeye dahi derler. Ve

عَيْنُ عُنَّةٍ [ʹaynu ʹunnet] (ʹayn’ın zammı ve nûn’un teşdîdiyle) Âşikâre sen bir kimseyi görmen ve o seni görmemek maʹnâsına gelir; tekûlu: لَقِيتُهُ عَيْنَ عُنَّتِهِ إِذَا رَأَيْتَهُ عَيَانًا وَلَمْ يَرَكَ Ve

عَمْدُ عَيْنٍ [ʹamdu ʹayn] Bir nesneyi ʹan-kasd etmeğe derler; tekûlu: فَعَلْتُ ذَاكَ عَمْدَ عَيْنٍ إِذَا تَعَمَّدْتَهُ بِجِدٍّ وَيَقِينٍ Ve عَمْدًا عَلَى عَيْنٍ dahi bu maʹnâyadır. Ve أَوَّلَ عَيْنٍ [evvele ʹayn] قَبْلَ كُلِّ شَيْءٍ maʹnâsına gelir; tekûlu: لَقِيتُهُ أَوَّلَ عَيْنٍ إِذَا صَارَفْتَهُ قَبْلَ كُلِّ شَيْءٍ Ve

عَيْنُ الشَّيْءِ [ʹaynu’ş-şey΄] Bir nesnenin hayrlısına derler. Ve

عَيْنُ الشَّيْءِ [ʹaynu’ş-şey΄] Bir nesnenin nefsine dahi derler; yukâlu: هُوَ هُوَ عَيْنًا وَهُوَ هُوَ بِعَيْنِهِ وَيُقَالُ لَا آخُذُ إِلَّا دِرْهَمِي بِعَيْنِهِ Ve fi’l-meseli: “إِنَّ الْجَوَادَ عَيْنُهُ فُرَارُهُ” Yaʹnî “İyi atın ʹaynına nazar, dişin yoklamak mesabesindedir” ki فُرَارٌ [furâr] zamm-ı fâ’yla davarın dişin görmektir. Ve بُعْدُ عَيْنٍ [buʹdu ʹayn] buʹd-i muʹâyene maʹnâsına gelir; tekûlu: لَا أَطْلُبُ أَثَرًا بَعْدَ عَيْنٍ أَيْ بَعْدَ مُعَايَنَةٍ Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Ehad maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: مَا بِهَا عَيْنٌ أَيْ أَحَدٌ Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Nâstan bir cemâʹat maʹnâsına da gelir; yukâlu: بَلَدٌ قَلِيلُ الْعَيْنِ أَيْ قَلِيلُ النَّاسِ Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Kıble-i ʹIrâḵ’ın sağ cânibine dahi derler; yukâlu: نَشَأَتِ السَّحَابَةُ مِنْ قِبَلِ الْعَيْنِ أَيْ مِنْ جَانِبِ الْيَمِينِ Ve

عَيْنٌ [ʹayn] ʹAle’d-devâm yağan yağmura dahi derler. Ve

أَوَّلَ عَيْنٍ [evvele ʹayn] İbtidâ maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: لَقِيتُهُ أَوَّلَ عَيْنٍ أَيْ أَوَّلَ شَيْءٍ Ve bununla bundan akdem zikr olunan قَبْلَ كُلِّ شَيْءٍ maʹnâsının farkı vardır, te΄emmül oluna. Ve

أَسْوَدُ الْعَيْنِ [Esvedu’l-ʹAyn] Bir dağın ʹalemidir. Ve

رَأْسُ عَيْنٍ [Re΄su ʹAyn] Bir şehrin ismidir. Ve terâzûnun bir cânibine mâ΄il olmasına dahi عَيْنٌ [ʹayn] derler; yukâlu: في الميزان عين إذا لم يكن مستويا Ve ammâ terâzû keffesine عين [ʹayn] ıtlâk olunmak, nitekim Muhežžebu’l-Esmâ’da tasrîh olunmuşturve beyne’n-nâs meşhûrdur, onun sıhhatinde kelâm vardır, zîrâ Ṡıḩâḩ’ta ve Ḵâmûs’ta musarrah olan ʹadem-i istivâ maʹnâsıdır fakat. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Hey΄ete ve manzara dahi derler, ke-mâ kâle’l-Ḩaccâc li’l-Ḩasen: “لَعَيْنُكَ أَكْبَرُ مِنْ أَمَدِكَ” يَعْنِي مَنْظَرُكَ أَكْبَرُ مِنْ سِنِّكَ Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Hurûf-ı mukattaʹadan birine dahi derler. Ve

عَبْدُ عَيْنٍ [ʹabdu ʹayn] Şol kimseye derler ki nazarında oldukça ʹubudiyyet izhâr ede ve gâ΄ib oldukta etmeye; yukâlu: هُوَ عَبْدُ عَيْنٍ أَيْ هُوَ كَالْعَبْدِ لَكَ مَا دُمْتَ تَرَاهُ فَإِذَا غِبْتَ فَلَا Ve أَنْتَ عَلَى عَيْنِي Bir kelâmdır ki ikrâmda ve hıfzda istiʹmâl olunur. Kâlallâhu taʹâlâ: ﴿وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي﴾ (طه، 39) Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Deride olan yufka dâ΄ireye dahi derler ki bu ʹayb ʹadd olunur; yukâlu: بِالْجِلْدِ عَيْنٌ وَهِيَ دَوَائِرُ رَقِيقَةٌ وَذَلِكَ عَيْبٌ فِيهِ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı