ʹaynu ʹunnet ~ عَيْنُ عُنَّةَ

Vankulu Lugatı - عين عنة maddesi

عَيْنُ عُنَّةَ [ʹaynu ʹunnet] (ʹayn-ı evvelin fethi ve sânînin zammı ile ʹalâ-tarîki’l-izâfe) Bir lafzdır ki hâssaten mahallinde istiʹmâl olunur; minhu kavluhum: أَعْطَيْتُهُ عَيْنَ عُنَّةَ أَيْ خَاصَّةً مِنْ بَيْنِ أَصْحَابِهِ

ذُو الْعُيَيْنَتَيْنِ [žu’l-ʹuyeyneteyn] (ʹayn’ın kezâlik zammı ve yâ΄-i evvelin fethi ve sânînin sükûnuyla) Câsûs; maʹnâ-yı mezbûrdan me΄hûzdur; وَلَا تَقُلْ ذُو الْعُوَيْنَتَيْنِ Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Pınar gözüne dahi derler. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Diz gözüne dahi derler ki o dizin mukaddeminde olan çukur yerdir ki incik üzerindedir. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Cirm-i şemse dahi derler. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Gözcüye ve câsûsa dahi derler. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Altına [derler]. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Nakd olan altına ve akçeye dahi derler. Ve

عَيْنُ عُنَّةٍ [ʹaynu ʹunnet] (ʹayn’ın zammı ve nûn’un teşdîdiyle) Âşikâre sen bir kimseyi görmen ve o seni görmemek maʹnâsına gelir; tekûlu: لَقِيتُهُ عَيْنَ عُنَّتِهِ إِذَا رَأَيْتَهُ عَيَانًا وَلَمْ يَرَكَ Ve

عَمْدُ عَيْنٍ [ʹamdu ʹayn] Bir nesneyi ʹan-kasd etmeğe derler; tekûlu: فَعَلْتُ ذَاكَ عَمْدَ عَيْنٍ إِذَا تَعَمَّدْتَهُ بِجِدٍّ وَيَقِينٍ Ve عَمْدًا عَلَى عَيْنٍ dahi bu maʹnâyadır. Ve أَوَّلَ عَيْنٍ [evvele ʹayn] قَبْلَ كُلِّ شَيْءٍ maʹnâsına gelir; tekûlu: لَقِيتُهُ أَوَّلَ عَيْنٍ إِذَا صَارَفْتَهُ قَبْلَ كُلِّ شَيْءٍ Ve

عَيْنُ الشَّيْءِ [ʹaynu’ş-şey΄] Bir nesnenin hayrlısına derler. Ve

عَيْنُ الشَّيْءِ [ʹaynu’ş-şey΄] Bir nesnenin nefsine dahi derler; yukâlu: هُوَ هُوَ عَيْنًا وَهُوَ هُوَ بِعَيْنِهِ وَيُقَالُ لَا آخُذُ إِلَّا دِرْهَمِي بِعَيْنِهِ Ve fi’l-meseli: “إِنَّ الْجَوَادَ عَيْنُهُ فُرَارُهُ” Yaʹnî “İyi atın ʹaynına nazar, dişin yoklamak mesabesindedir” ki فُرَارٌ [furâr] zamm-ı fâ’yla davarın dişin görmektir. Ve بُعْدُ عَيْنٍ [buʹdu ʹayn] buʹd-i muʹâyene maʹnâsına gelir; tekûlu: لَا أَطْلُبُ أَثَرًا بَعْدَ عَيْنٍ أَيْ بَعْدَ مُعَايَنَةٍ Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Ehad maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: مَا بِهَا عَيْنٌ أَيْ أَحَدٌ Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Nâstan bir cemâʹat maʹnâsına da gelir; yukâlu: بَلَدٌ قَلِيلُ الْعَيْنِ أَيْ قَلِيلُ النَّاسِ Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Kıble-i ʹIrâḵ’ın sağ cânibine dahi derler; yukâlu: نَشَأَتِ السَّحَابَةُ مِنْ قِبَلِ الْعَيْنِ أَيْ مِنْ جَانِبِ الْيَمِينِ Ve

عَيْنٌ [ʹayn] ʹAle’d-devâm yağan yağmura dahi derler. Ve

أَوَّلَ عَيْنٍ [evvele ʹayn] İbtidâ maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: لَقِيتُهُ أَوَّلَ عَيْنٍ أَيْ أَوَّلَ شَيْءٍ Ve bununla bundan akdem zikr olunan قَبْلَ كُلِّ شَيْءٍ maʹnâsının farkı vardır, te΄emmül oluna. Ve

أَسْوَدُ الْعَيْنِ [Esvedu’l-ʹAyn] Bir dağın ʹalemidir. Ve

رَأْسُ عَيْنٍ [Re΄su ʹAyn] Bir şehrin ismidir. Ve terâzûnun bir cânibine mâ΄il olmasına dahi عَيْنٌ [ʹayn] derler; yukâlu: في الميزان عين إذا لم يكن مستويا Ve ammâ terâzû keffesine عين [ʹayn] ıtlâk olunmak, nitekim Muhežžebu’l-Esmâ’da tasrîh olunmuşturve beyne’n-nâs meşhûrdur, onun sıhhatinde kelâm vardır, zîrâ Ṡıḩâḩ’ta ve Ḵâmûs’ta musarrah olan ʹadem-i istivâ maʹnâsıdır fakat. Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Hey΄ete ve manzara dahi derler, ke-mâ kâle’l-Ḩaccâc li’l-Ḩasen: “لَعَيْنُكَ أَكْبَرُ مِنْ أَمَدِكَ” يَعْنِي مَنْظَرُكَ أَكْبَرُ مِنْ سِنِّكَ Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Hurûf-ı mukattaʹadan birine dahi derler. Ve

عَبْدُ عَيْنٍ [ʹabdu ʹayn] Şol kimseye derler ki nazarında oldukça ʹubudiyyet izhâr ede ve gâ΄ib oldukta etmeye; yukâlu: هُوَ عَبْدُ عَيْنٍ أَيْ هُوَ كَالْعَبْدِ لَكَ مَا دُمْتَ تَرَاهُ فَإِذَا غِبْتَ فَلَا Ve أَنْتَ عَلَى عَيْنِي Bir kelâmdır ki ikrâmda ve hıfzda istiʹmâl olunur. Kâlallâhu taʹâlâ: ﴿وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي﴾ (طه، 39) Ve

عَيْنٌ [ʹayn] Deride olan yufka dâ΄ireye dahi derler ki bu ʹayb ʹadd olunur; yukâlu: بِالْجِلْدِ عَيْنٌ وَهِيَ دَوَائِرُ رَقِيقَةٌ وَذَلِكَ عَيْبٌ فِيهِ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı