اَلتَّعَاظُلُ [et-teʹâżul] (تَفَاعُلٌ [tefâʹul] vezninde) ve
اَلْإِعْتِظَالُ [el-iʹtiżâl] (إِفْتِعَالٌ [iftiʹâl] vezninde) مُعَاظَلَةٌ [muʹâżalet] maʹnâsınadır; yukâlu: تَعَاظَلَتِ الْكِلَابُ وَاعْتَظَلَتْ إِذَا تَرَاكَبَتْ عِنْدَ السِّفَادِ
اَلتَّعَاظُلُ [et-teʹâżul] (tâ’nın fethi ve żâ’nın zammı ile) Bi-maʹnâhu kezâlik; yukâlu: عَاظَلَتِ الْكِلَابُ مُعَاظَلَةً وَعِظَالًا وَتَعَاظَلَتْ إِذَا لَزِمَ بَعْضُهَا بَعْضًا فِي الْفَسَادِ وَكَذَلِكَ الْجَرَادُ وَكُلُّ مَا يَنْتَشِبُ Ve sâhib-i Ṡurâḩ bu makâmda مُعَاظَلَةٌ [muʹâżalet]i erkek atlar dişinin ardına düşüp gitmekle tefsîr edip Cevherî’nin وَكُلُّ مَا يَنْتَشِبُ dediğinden zühûl etmiştir. Ve
عِظَالٌ [ʹiżâl] Kavâfîde tazmîne derler. Ve tazmîn budur ki mu΄ahhar olunan kâfiyenin fehmi mukaddem olan kâfiyeye merbût ve müteʹallik ola; yukâlu: فُلَانٌ لَا يُعَاظِلُ بَيْنَ الْقَوَافِي
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı