الأَدَبُ [el-edeb] (fethateynle) Zarâfet ve usluluk ki nâsla kavlen ve fiʹlen lutf-ı muʹâmele ve hüsn-i münâvele eylemekten ʹibârettir. Fârisîde ferheng denir; yukâlu: بِهِ أَدَبٌ أَيْ ظَرْفٌ وَحُسْنُ تَنَاوُلٍ
الأَدْبُ [el-edb] (hemzenin fethi ve dâl’ın sükûnuyla) عَجَبٌ [ʹaceb] maʹnâsınadır ki taʹaccüb eylemektir. Ve bir kimseyi ziyâfete daʹvet eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَدَبَهُ أَدْبًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا دَعَاهُ إِلَى طَعَامِهِ
اَلأَدَبُّ [el-edebb] (fethateynle ve bâ’nın teşdîdiyle) “Pek tüylü erkek deve”ye denir. Ve işbu enne’n-nebiyye ʹaleyhi’s-salâtu ve’s-selâmu kâle li-nisâ΄ihi: “لَيْتَ شِعْرِي أَيَّتُكُنَّ صَاحِبَةُ الْجَمَلِ اْلأَدْبَبِ تَخْرُجُ فَتَنْبَحُهَا كِلاَبُ الْحَوْأَبِ”Nihâye’de حَوْأَبٌ kelimesine müşâkele için fekk-i idgâm olunmuştur diye mersûmdur.
اَلْأَدَبُ [el-edeb] (fethateynle) Bir kimsenin nefsi mü΄eddeb olmağa derler. Ve taʹallüm-i ʹilme dahi derler; yukâlu: أَدُبَ الرَّجُلُ إِذَا اكْتَسَبَ الْعِلْمَ
اَلْأَدْبُ [el-edb] (bi-fethi’l-hemz ve sükûni’d-dâl) Taʹaccüb etmek. Ve halkı ziyâfete daʹvet etmek; yukâlu: أَدَبَ الْقَوْمَ يَأْدِبُهُمْ مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا دَعَاهُمْ إِلَى الطَّعَامِ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı