اَلرُّمَّقُ [er-rummaḵ] (رُكَّعٌ [rukkaʹ] vezninde) Zaʹîf ve bî-mecâl adama denir; yukâlu: رَجُلٌ رُمَّقٌ أَيْ ضَعِيفٌ Mü΄ellif bunu سُكَّرٌ [sukker] ile vezn eylese ahlâ idi.
اَلرَّمِقُ [er-remiḵ] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) İmsâk-ı ramak edecek kadar yaʹnî ölmeyecek kadar dirliğe ve maʹîşete denir, bizim maʹîşet gibi; yukâlu: عَيْشٌ رَمِقٌ أَيْ يُمْسِكُ الرَّمَقَ
اَلرَّمْقُ [er-remḵ] (râ’nın fethi ve mîm’in sükûnuyla) Bir nesneye nazar-ı hafîfle bakmak maʹnâsınadır; yukâlu: رَمَقَهُ رَمْقًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا لَحَظَهُ لَحْظًا خَفِيفًا
اَلرُّمُقُ [er-rumuḵ] (zammeteynle) Sedd-i ramak edecek nâçîz dirliğe kanâʹat üzere geçinir olan fukarâya denir; müfredi رَامِقٌ [râmiḵ] ve رَمُوقٌ [remûḵ]tur, صَبُورٌ [ṡabûr] vezninde; yukâlu: هُمْ رُمُقٌ أَيْ فُقَرَاءُ يَتَبَلَّغُونَ بِالرِّمَاقِ أَيِ الْقَلِيلِ مِنَ الْعَيْشِ Ve hâsid kimselere ıtlâk olunur, gözleri gayrın hâlinde olmak hasebiyle; yukâlu: هُوَ رَامِقٌ وَرَمُوقٌ أَيْ حَاسِدٌ مِنْ قَوْمٍ رُمُقٍ أَيْ حَسَدَةٍ
اَلرَّمَقُ [er-remaḵ] (fethateynle) Vücûdda kalan bakiyye-i hayâta denir; cemʹi أَرْمَاقٌ [ermâḵ] gelir; yukâlu: مَا بِهِ إِلاَّ رَمَقٌ أَيْ بَقِيَّةُ حَيَاةٍ Ve keçi ve koyun sürüsüne denir; bunda reme-i Fârisî muʹarrebidir; yukâlu: رَمَقٌ مِنَ الْغَنَمِ أَيْ قَطِيعٌ Ve
رَمَقٌ [remaḵ] Yetişecek kadar yâhûd ölmeyecek kadar kût ve gıdâya denir, رَمَقَةٌ [remaḵat] gibi, ke-mâ se-yuzkeru.
اَلرَّمِقُ [er-remiḵ] (râ’nın fethi ve mîm’in kesriyle) Şol maʹîşettir ki sedd-i ramak ola; yukâlu: عَيْشٌ رَمِقٌ أَيْ يُمْسِكُ الرَّمَقَ
اَلرَّمْقُ [er-ramḵ] (râ’nın fethi ve mîm’in sükûnuyla) Bir nesneye nazar etmek; tekûlu: رَمَقْتُهُ أَرْمُقُهُ رَمْقًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ
اَلرَّمَقُ [er-remaḵ] (fethateynle) Bakiyye-i rûha derler. Ve
رَمَقٌ [remaḵ] Bir sürü koyuna dahi derler; muʹarreb ve Fârisîsi “reme”dir.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı