اَلصَّرَامُ [eṡ-ṡarâm] (ṡâd’ın fethi ve kesriyle) Hurmâ kesimi vaktine denir; yukâlu: حَانَ صَرَامُ النَّخْلِ وَصِرَامُهُ أَيْ أَوَانُ إِدْرَاكِهِ فَيُقْطَعُ
اَلصُّرَامُ [eṡ-ṡurâm] (غُرَابٌ [ġurâb] vezninde) Bu dahi bir nesneyi katʹ husûsunda kavî ve tüvânâ adama denir. Ve
صُرَامٌ [ṡurâm] Cenk ve harb esmâsındandır. Ve âfet ve dâhiyeye ıtlâk olunur. Ve تَغْزِيرٌ [taġzîr]den sonra memede bâkî kalan süte denir ki lede’l-ihtiyâc bi’z-zarûre sağılır. Ve تَغْزِيرٌ [taġzîr] hayvân zaʹîf olduğundan gün aşırı sağmağa denir; ve minhu’l-meselu: “حُلِبَتْ صُرَامُ” Bu mesel “ʹÖzr ve bahâne nihayetine bâlig oldu” diyecek yerde darb olunur. Şârih der ki baʹzılar bunu قَطَامِ [ḵaṯâmi] vezninde zabt eylediler.
اَلصِّرَامُ [eṡ-ṡirâm] (ṡâd’ın kesri ile) Hurmâ kesimi.
اَلصَّرَامُ [eṡ-ṡarâm] (ṡâd’ın fethiyle) Bi-maʹnâhu. Ve bu tefsîrden sâhib-i Ṡurâḩ’ın صَرَامٌ [ṡirâm] bi’l-fethi ve’l-kesri “rîzehâ-yı dıraht-ı burîde” dediği galat olduğu zâhir olur, zîrâ Cevherî bâb-ı dâl’de أَجَدَّ النَّخْلُ حَانَ لَهُ أَنْ يُجَدَّ وَهَذَا زَمَنُ الْجَدَادِ وَالْجِدَادِ مِثْلُ الصَّرَامِ وَالصِّرَامِ وَالْقَطَافِ وَالْقِطَافِ demiştir. Ve قَطَافٌ [ḵaṯâf] üzüm kesimine derler, جَدَادٌ [cedâd] hurmâ kesimine dedikleri gibi. Pes lâzım olur ki صَرَامٌ [ṡarâm] dahi hurmâ kesimi ola.
اَلصُّرَامُ [eṡ-ṡurâm] (ṡâd’ın zammı ile) Şol sütten kalan nesnedir ki تَغْزِيرٌ [taġzîr]den bâkî kalıp ʹinde’l-ihtiyâc sağılır. Ve تَغْزِيرٌ [taġzîr] ġayn-ı muʹceme ile ve zâ΄-i muʹcemenin takdîmiyle gün aşırı sağmağa derler, davar zaʹîf olduğu için. Ve Aṡmaʹî eyitti: صَرَامٌ [ṡarâm] esmâ΄-i harbden ve esmâ΄-i dâhiyedendir, yaʹnî âfet ve belâ ismlerindendir.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı