el-ʹufur ~ اَلْعُفُرُ

Kamus-ı Muhit - العفر maddesi

اَلْعُفُرُ [el-ʹufur] (zammeteynle) Vakt ve hîn maʹnâsınadır. ʹAlâ-kavlin aya denir, شَهْرٌ [şehr] maʹnâsına.

اَلْعَفْرُ [el-ʹafr] (جَفْرٌ [cefr] vezninde) Bir nesneyi toprağa bulamak, ʹalâ-kavlin toprağa gömmek maʹnâsınadır; yukâlu: عَفَرَهُ فِي التُّرَابِ عَفْرًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا مَرَّغَهُ فِيهِ أَوْ دَسَّهُ Ve bir nesneyi yere vurmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَفَرَهُ إِذَا ضَرَبَ بِهِ الْأَرْضَ Ve tekûlu’l-ʹArab: كَلاَمٌ لاَ عَفْرَ فِيهِ أَيْ لاَ عَوِيصَ فِيهِ Ve bu maʹnâ-yı evvelden me΄hûzdur ki kelâm-ı mezbûrun âsânlığından nâşî toprağa bular gibi beri öte bahs ve tenkîre muhtâc değildir demektir.

اَلْعُفْرُ [el-ʹufr] (ʹayn’ın zammıyla) Her ayın yedinci ve sekizinci ve dokuzuncu gecelerine denir. Ve cüst ve celd ve bahâdır adama denir. Ve galîz ve şedîd adama denir. Cemʹi أَعْفَارٌ [aʹfâr] ve عِفَارٌ [ʹifâr] gelir ʹayn’ın kesriyle. Ve

عُفْرٌ [ʹUfr] Bâdiyede Ḵays bilâdında bir niçe kumsal adıdır. Ve

عُفْرٌ [ʹufr] Cemʹ olur, boz renkli koyunlara denir; müfredi أَعْفَرُ [aʹfer]dir. Ve alışveriş olmayan çarşıya ve pazara denir, سُوقٌ كَاسِدَةٌ maʹnâsına.

اَلْعِفْرُ [el-ʹifr] (ʹayn’ın kesriyle) ve

اَلْعِفْرِيَةُ [el-ʹifriyet] (شِرْذِمَةٌ [şiržimet] vezninde) ve

اَلْعِفْرِيتُ [el-ʹifrît] (كِبْرِيتٌ [kibrît] vezninde) ve

اَلْعِفِرُّ [el-ʹifirr] (طِمِرٌّ [ṯimirr] vezninde) ve

اَلْعِفِرِّيُّ [el-ʹifirriyy] (yâ-yı müşeddede ile) ve

اَلْعُفَرْنِيَةُ [el-ʹuferniyet] (قُذَعْمِلَةٌ [ḵužaʹmilet] vezninde) ve

اَلْعُفَارِيَةُ [el-ʹufâriyet] (عُلاَبِطَةٌ [ʹulâbiṯat] vezninde) Nihâyet derecede habîs ve şirrîr ve siyeh-kâre denir; yukâlu: رَجُلٌ عِفْرٌ وَعِفْرِيَةٌ وَعِفْرِيتٌ وَعِفِرٌّ وَعِفِرِّيٌّ وَعُفَرْنِيَةٌ وَعُفَارِيَةٌ أَيْ خَبِيثٌ مُنْكَرٌ Ve

عِفْرِيتٌ [ʹifrît] ve

عِفْرِينٌ [ʹifrîn] (nûn’la عِفْرِيتٌ [ʹifrît] vezninde ve baʹzen عِفِرِّينٌ [ʹifirrîn] dahi derler ʹayn’ın ve fâ’nın kesri ve râ’nın teşdîdiyle) Şol adama denir ki dühâttan olup umûr ve mesâlihte nâfiz ve kâr-güzâr ve bilâ-fütûr ve pehlivân gibi cidd ve ikdâm sâhibi ola, o makûleye cellâd-ı umûr taʹbîr olunur; yukâlu: رَجُلٌ عِفْرِيتٌ وَعِفْرِينٌ وَعِفِرِّينٌ أَيْ نَافِذٌ فِي الْأَمْرِ مُبَالِغٌ فِيهِ مَعَ دَهَاءٍ Mü΄ennesinde عِفْرِيتَةٌ [ʹifrîtet] denir. Ve

عِفْرٌ [ʹifr] ve

عِفْرِيَةٌ [ʹifriyet] ve

عُفَارِيَةٌ [ʹufâriyet] ve

عَفَرْنَى [ʹafernâ] ( فَعَلْنَى[faʹalnâ] vezninde ki سَفَرْجَلٌ [sefercel] kelimesine mülhaktır) Tünd ve şedîd arslana vasf olur, şîr-i derende maʹnâsına; yukâlu: أَسَدٌ عِفْرُ وَعِفْرِيَةٌ وَعِفْرِيتٌ وَعُفَارِيَةٌ وَعَفَرْنَى أَيْ شَدِيدٌ Türkîde ona kağan arslan taʹbîr olunur. Ve yukâlu: لَبُؤَةٌ عَفَرْنَاةٌ فِي مُؤَنَّثِهِ [Ve] لَبُؤَةٌ [lebu΄et] dişi arslana denir.

Vankulu Lugatı - العفر maddesi

اَلْعَفَرُ [el-ʹafer] (fethateynle) Topraktır, türâb maʹnâsına. Ve

عَفَرٌ [ʹafer] Kezâlik ekini ibtidâ suvarmağa dahi derler.

اَلْعَفْرُ [el-ʹafr] (ʹayn’ın fethi ve fâ’nın sükûnuyla) Bir nesneyi toprağa sürmek; yukâlu: عَفَرَهُ فِي التُّرَابِ يَعْفِرُهُ عَفْرًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي

اَلْعُفْرُ [el-ʹufr] (ʹayn’ın zammı ve fâ’nın sükûnuyla) Şol âhûlardır ki beyâzına humret gâlib olup kasîrü’l-aʹnâk olalar. Ve bu makûle olan âhûların seğirtme cihetinden zaʹîf olanıdır ki yüksek yerlerde ve sarp mevziʹlerde olur.

اَلْعِفْرُ [el-ʹifr] (ʹayn’ın kesriyle) Yırtıcı cânverlerden domuz dedikleri cânverin erkeğidir, hinzîr maʹnâsına. Ve

عِفْرٌ [ʹifr] Recül-i habîse dahi derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı