el-ʹûž ~ اَلْعُوذُ

Kamus-ı Muhit - العوذ maddesi

اَلْعُوَّذُ [el-ʹuvvež] (سُكَّرٌ [sukker] vezninde) Dikenlik diplerinde yâhûd davar erişmeyecek sarp yerlerde bitmiş olan otluklara ıtlâk olunur. Ve kemiğe yapışık olan ete ıtlâk olunur; yukâlu: أَطْيَبُ اللَّحْمِ عُوَّزُهُ أَيْ مَا عَاذَ بِالْعَظْمِ Ve şol kuşlara ıtlâk olunur ki ahzlarına mâniʹ olacak dağ makûlesi sarp yerlere ilticâ eylemiş olalar.

اَلْعَوَذُ [el-ʹavež] (fethateynle) Sığınacak yere denir, melce΄ maʹnâsına. Ve kerâhet ve nâ-hoşî maʹnâsınadır; عَوَاذٌ [ʹavâž] dahi bu maʹnâyadır; سَحَابٌ [seḩâb] gibi; tekûlu: مَا تَرَكْتُ فُلاَنًا إِلاَّ عَوَذًا وَعَوَاذًا مِنْهُ أَيْ كَرَاهَةً ve

عَوَذٌ [ʹavež] Ağaçtan ufanıp dökülen yaprağa denir. Ve nâstan sefile ve rüzâl ve fürû-mâyeye denir.

اَلْعَوْذُ [el-ʹavž] (ʹayn’ın fethi ve vâv’ın sükûnuyla) ve

اَلْعِيَاذُ [el-ʹiyâž] (ʹayn’ın kesriyle) ve

اَلْمَعَاذُ [el-meʹâž] ve

اَلْمَعَاذَةُ [el-meʹâžet] (mîm’lerin fethiyle) Sığınmak, ilticâ maʹnâsınadır; yukâlu: عَاذَ بِهِ يَعُوذُ عَوْذًا وَعِيَاذًا وَمَعَاذًا وَمَعَاذَةً إِذَا الْتَجَأَ ve yukâlu: عَوْذٌ بِاللهِ مِنْكَ أَيْ أَعُوذُ بِاللهِ مِنْكَ Ve bir adama bir adamı darbla tahvîf edip lâkin henüz darb eylemeksizin bir takrîb yedinden sıyrılıp halâs olsa, أَفْلَتَ مِنْهُ عَوْذًا derler. Baʹzı nüshada bu fethateynle mazbût olmakla ona göre kerâhet maʹnâsından münşaʹib olur. Ve

عَوْذٌ [ʹAvž] Esmâ-i ricâldendir.

Vankulu Lugatı - العوذ maddesi

اَلْعُوذُ [el-ʹûž] (ʹayn’ın zammıyla) Tâze doğuranlar, حَدِيثَاتُ النِّتَاجِ maʹnâsına, âhûlardan olsun atlardan yâhûd develerden olsun.

اَلْعُوَّذُ [el-ʹuvvež] (ʹayn’ın zammı ve vâv’ın fethi ve teşdîdiyle) Şol ottur ki diken dibinde bitmiş ola yâhûd sarp yerde bitmiş ola ki ona davar erişmeye. Ve şol ete dahi derler ki sünüye yapışmış ola; yukâlu: أَطْيَبَ اللَّحْمِ عُوَّذُهُ

اَلْعَوَذُ [el-ʹavež] (fethateynle) ve

اَلْعَوَاذُ [el-ʹavâž] (ʹayn’ın fethiyle) Kerâhet maʹnâsına; yukâlu: مَا تَرَكْتُ فُلَانًا إِلَّا عَوَذًا مِنْهُ وَعَوَاذًا مِنْهُ أَيْ كَرَاهَةً Ve

عَوَذٌ [ʹavež] Güçle halâs olmağa dahi derler; yukâlu: أَفْلَتَ مِنْهُ فُلَانٌ عَوَذًا إِذَا خَوَّفَهُ وَلَمْ يَضْرِبْهُ أَوْ ضَرَبَهُ يُرِيدُ قَتْلَهُ وَلَمْ يَقْتُلْهُ Ve إِفْلَاتٌ [iflât] fâ ile ve tâ-i müsennâtla halâs bulmak maʹnâsınadır.

اَلْعَوْذُ [el-ʹavž] (ʹayn’ın fethi ve vâv’ın sükûnuyla) Bir nesneye sığınmak, penâh edinmek maʹnâsına; yukâlu: عُذْتُ بِفُلَانٍ وَيُقَالُ عَوْذٌ بِاللهِ مِنْكَ بِمَعْنَى أَعُوذُ بِاللهِ مِنْكَ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı