el-furraḵ ~ اَلْفُرَّقُ

Kamus-ı Muhit - الفرق maddesi

اَلْفُرْقُ [el-furḵ] (fâ’nın zammıyla) Bu dahi Kur΄ân-ı kerîm’e ıtlâk olunur, فَارِقٌ [fâriḵ] maʹnâsınadır, nihâyet فُرْقَانٌ [furḵân] eblagdır.

اَلْفَرَقُ [el-feraḵ] (fethateynle) Korkak ve ödek olmak kezâlik korkmak maʹnâsınadır, havftan kalbi münsadiʹ olmak mülâhazasıyladır;yukâlu: فَرِقَ الرَّجُلُ فَرَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا فَزِعَ Ve

فَرَقٌ [feraḵ] Sabâh vaktine denir, bâm-dâd maʹnâsına, ʹalâ-kavlin fecr söküp sabâh yerinin açılmasına denir; tekûlu: بِتْنَا نُسَامِرُ إِلَى الْفَرَقِ أَيِ الصُّبْحِ نَفْسِهِ أَوْ فَلَقِهِ Ve ön dişlerin aralığı seyrek olmağa denir; yukâlu: فِي ثَنَايَاهُ فَرَقٌ أَيْ تَبَاعُدٌ فِيمَا بَيْنَهَا Ve devenin ayaklarının bakanakları birbirinden açık ve meydânlı olmaya denir. Ve at kısmında فَرَقٌ [feraḵ] almacığının birisi âherinin üzerine havâle olmak yaʹnî bir tarafı yüksek öbür tarafı çökük ve basık olmaktan ʹibârettir ve bu at kısmında mekârih-i evsâftandır. Ve horoz kısmında فَرَقٌ [feraḵ] ibiği ayrık yaʹnî çatal olmasından ʹibârettir. Ve perçemin ve sakalın telleri seyrek olmağa denir. Ve yerde nebât ayrı ayrı dağınık olmağa denir. Maʹânî-i mezkûrede فَرَقٌ [feraḵ] masdar ve ism olur. Ve

فَرَقٌ [feraḵ] Denizin mevcine girip dalmak maʹnâsınadır; yukâlu: فَرِقَ الرَّجُلُ فَرَقًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا دَخَلَ فِي الْفَرَقِ أَيِ الْمَوْجَةِ وَغَاصَ فِيهَا Ve فَرْقٌ [farḵ] dedikleri mikyâl ile nesne içmek maʹnâsınadır; yukâlu: فَرِقَ الرَّجُلُ إِذَا شَرِبَ بِالْفَرْقِ أَيْ بِالْمِكْيَالِ الْمَزْبُورِ

اَلْفَرْقُ [el-farḵ] (حَرْقٌ [ḩarḵ] vezninde) ve

اَلْفُرْقَانُ [el-furḵân] (fâ’nın zammıyla) İki nesne arasını ayırmak maʹnâsınadır; yukâlu: فَرَقَ بَيْنَهُمَا فَرْقًا وَفُرْقَانًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا فَصَلَ ve kavluhu taʹâlâ: ﴿فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ﴾ أَيْ يُقْضَى ve kavluhu taʹâlâ: ﴿وَقُرْآنًا فَرَقْنَاهُ﴾ أَيْ فَصَّلْنَاهُ وَأَحْكَمْنَاهُ ve kavluhu taʹâlâ: ﴿وَإِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ﴾ أَيْ فَلَقْنَاهُ ve kavluhu taʹâlâ: ﴿فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا﴾ أَيِ الْمَلَائِكَةُ تَنْزِلُ بِالْفَرْقِ بَيْنَ الْحَقِّ وَالْبَاطِلِ Ve

فَرْقٌ [farḵ] Başta olan saç bölüklerinin yoluna denir ki murâd aralıklarıdır; yukâlu: بَدَا الشَّيْبُ فِي فَرْقِهِ وَهُوَ الطَّرِيقُ فِي شَعْرِ الرَّأْسِ Ve bir kuş ismidir. Ve keten bezine denir. Ve bir ölçek adıdır ki Medîne’de maʹrûftur, üç sâʹ gılâl istîʹâb eder ve bunda fethateynle câ΄izdir, ʹalâ-kavlin fethateynle efsahtır ve ʹinde’l-baʹz on altı rıtl ve ʹalâ-kavlin dört rıtl istîʹâb eder; cemʹi فُرْقَانٌ [furḵân] gelir, بُطْنَانٌ [buṯnân] vezninde; yukâlu: كَالَهُ بِالْفَرْقِ وَهُوَ مِكْيَالٌ بِالْمَدِينَةِ يَسَعُ ثَلَاثَةَ آصُعٍ وَيُحَرَّكُ أَوْ هُوَ أَفْصَحُ أَوْ يَسَعُ سِتَّةَ عَشَرَ رِطْلًا أَوْ أَرْبَعَةَ أَرْطَالٍ Mütercim der ki burada nüshalarda أَوْ أَرْبَعَةَ أَرْبَاعٍ mersûm olmakla galat-ı mahzdır. Muṯarrizî Muġrib’de akvâl-i ʹadîde tahrîrinden sonra وَبَعْضُهُمْ يَقُولُ اَلْفرْقُ بِسُكُونِ الرَّاءِ أَرْبَعَةُ أَرْطَالٍ ʹibâretini resm eylemekle savâb olan burada أَرْبَعَةُ أَرْطَالٍ ʹunvânıyla olmaktır. Ve Tehžîb’de üç sâʹ on altı rıtlı müstevʹibdir diye mersûm olmakla zâhiren mü΄ellifin ihtilâfla beyânı mülâyim değildir, zîrâ esahh-ı akvâl üzere sâʹ-ı nebevî beş rıtl ve sülüs-i rıtl olmakla üç sâʹ tamâm on altı rıtl olur, meğer Ḩicâzî ve ʹIrâḵî ihtilâfına mahmul ola. Ve فِرْقٌ [firḵ] dedikleri yarılmış çekirdeğe mâlik olmak maʹnâsınadır ki deveye ʹalef ederler, ke-mâ se-yuzkeru; yukâlu: فَرَقَ الرَّجُلُ فَرْقًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا مَلَكَ الْفِرْقَ Şârih der ki gerçi mü΄ellifin siyâkından zamîr-i مَلَكَ ona ircâʹ olunmak mütebâdirdir, lâkin savâb olan koyun sürüsüne râciʹ olmaktır. Ve

فَرْقٌ [farḵ] Kuş hadeslemek maʹnâsınadır; yukâlu: فَرَقَ الطَّائِرُ فَرْقًا إِذَا ذَرَقَ

اَلْفِرْقُ [el-firḵ] (fâ’nın kesriyle) ʹAzîm koyun ve keçi ve sığır ve âhû sürüsüne denir, ʹalâ-kavlin yalnızca koyun ve keçi sürüsüne yâhûd sâhibinin gâ΄ib eylediği koyun ve keçi sürüsüne denir yâhûd yüzden eksik olan koyun ve keçi sürüsüne denir. Ve her nesneden bir bölüğe denir; yukâlu: فِرْقٌ مِنْهُ أَيْ قِسْمٌ Ve sıbyândan bir tâ΄ifeye denir. Ve fi’l-Esâs: رَأَى أَعْرَابِيٌّ صِبْيَانًا فَقَالَ هَؤُلَاءِ فِرْقُ سُوءٍ Zâhiren min baʹd kesret-i istiʹmâlle ism olmuştur. Ve develere ʹalef edecek çekirdek külçesine denir. Ve pârelenmiş yâhûd fasla fasla ayrılmış nesneden bir parçaya denir; yukâlu: هَذَا فِرْقٌ مِنْهُ أَيْ فِلْقٌ Ve dağa ıtlâk olunur. Ve yastım bayıra ve tepeye denir. Ve denizin dalgasına ıtlâk olunur; yukâlu: أَخَذَهُ فِرْقُ الْبَحْرِ أَيْ مَوْجَتُهُ

Vankulu Lugatı - الفرق maddesi

اَلْفُرَّقُ [el-furraḵ] (fâ’nın zammı ve râ’nın fethi ve teşdîdiyle) Kezâlik فَارِقٌ [fâriḵ]in cemʹi, zikr olunan nâkalar maʹnâsına.

اَلْفَرَقُ [el-feraḵ] (fethateynle ve râ’nın sükûnu dahi lügattır) Bir kîledir ki Medîne-i münevverede maʹrûftur. Ve o üç sâʹdır ki on altı rıtl olur. Cevherî fethateynle istiʹmâli kalîl olmasına işâret etmiştir ve sâhib-i Ḵâmûs fethateynle efsahtır demiştir.

اَلْفَرْقُ [el-ferḵ] (fâ’nın fethi ve râ’nın sükûnuyla) İki nesne arasın ayırmak.

اَلْفِرْقُ [el-firḵ] (fâ’nın kesri ve râ’nın sükûnuyla) Pâre, فِلْقٌ [filḵ] maʹnâsına.Kaçan bir nesneden bir nesne münfelıḵ olsa, ona فِرْقٌ [firḵ] derler. Minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظِيمِ﴾ (الشعراء، 63) Ve طَوْدٌ [ṯavd] ulu dağa derler. Ve

ذَاتُ فِرْقَيْنِ [Žâtu Firḵayn] Baṡra ile Kûfe arasında bir alçak dağdır.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı