el-ḵillef ~ اَلْقِلَّفُ

Kamus-ı Muhit - القلف maddesi

اَلْقِلَّفُ [el-ḵillef] (قِنَّبٌ [ḵinneb] vezninde) Baʹzı havuz diplerinde ve sel akıntılarında kuruyup kalan balçığa denir.

اَلْقَلَفُ [el-ḵalef] (fethateynle) Sünnetsiz olmak maʹnâsınadır; yukâlu: قَلِفَ الصَّبِيُّ قَلَفًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا صَارَ أَقْلَفَ

اَلْقِلْفُ [el-ḵilf] (ḵâf’ın kesriyle) Kavsara sepeti gibi büyük zenbîle denir. Ve hurmâ dengine ve kahve ferdesine denir, دَوْخَلَّةٌ [devḣallet] maʹnâsına. Ve kabuğa denir, قِشْرٌ [ḵişr] maʹnâsına, ʹalâ-kavlin ak günlüğün kabuğuna yâhûd nar kabuğuna denir; yukâlu: قَشَرَ قِلْفَهُ أَيْ قِشْرَهُ أَوْ هُوَ قِشْرُ الْكُنْدُرِ الَّذِي يُدَخَّنُ بِهِ أَوْ قِشْرُ الرُّمَّانِ Mü΄ellif burada وَهِيَ بِهَاءٍ ʹibâretini resm eylemiştir, ʹâdeti üzere. Bu terkîb-i mahsûsla dâ΄imâ mü΄ennese işâret eder. Burada mü΄ennese haml olunmağa salâhiyyet olmamakla murâd vahdete işâret olur, lâkin bu, ʹâdetine mugâyirdir. Pes sevk-i kelâm iktizâsı bilâ-hâ΄ قِلْفٌ [ḵilf] قِشْرُ رُمَّانَةٍ denip ve hâ ile mežkûrât-ı sâ΄ireye denmek aglebdir ki هِيَ zamîri مَذْكُورَاتٌ [mežkûrât]-ı sâbıkaya râciʹdir. Ve

قِلْفٌ [ḵilf] Çakıllı dürüşt ve haşin mevziʹe denir.

اَلْقَلْفُ [el-ḵalf] (صَرْفٌ [ṡarf] vezninde) Sünnet eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَفَ الْخَاتِنُ الْقُلْفَةَ إِذَا قَطَعَهَا Burada mü΄ellif وَالْقَلْفُ بِالْفَتْحِ إِقْتِطَاعُهُ مِنْ أَصْلِهِ وَقَلَفَهَا الْخَاتِنُ قَطَعَهَا ʹibâretiyle resm eylemekle teşvîş eylemiştir, zîrâ mukaddemce وَالْقُلْفَةُ جِلْدَةُ الذَّكَرِ ʹunvânıyla sebt eylemekle قَفَلَهَا وَقَطَعَهَا zamîrleri ona râciʹdir, إِقْتِطَاعُهُ مِنْ أَصْلِهِ zamîrlerine merciʹ yoktur, tefkîk ve te΄vîl tekellüfleriyle جِلْدَةٌ [cildet]e ircâʹ olunsa deriyi dibinden kesmek demek olur. Bi’l-cümle meʹhazlarda ise hemân قَلْفٌ [ḵalf] katʹ-ı قُلْفَةٌ [ḵulfet] maʹnâsına mersûmdur, fe’lyunzar. Ve

قَلْفٌ [ḵalf] Ağacın kabuğunu soymak maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَفَ الشَّجَرَةَ قَلْفًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا نَحَّى عَنْهَا لِحَاءَهَا Ve küpün ziftini ve balçığını gidermek maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَفَ الدَّنَّ قَلْفًا وَقَلْفَةً إِذَا فَضَّ عَنْهُ طِينَهُ Ve bir nesneyi ters çevirmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَفَ الشَّيْءَ إِذَا قَلَبَهُ Ve gemi kalafatlamak maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَفَ السَّفِينَةَ إِذَا خَرَزَ أَلْوَاحَهَا بِاللِّيفِ وَجَعَلَ فِي خَلَلِهَا الْقَارَ Ve şıra makûlesi köpüklenmek maʹnâsınadır; yukâlu: قَلَفَ الْعَصِيرُ إِذَا أَزْبَدَ Ve

قَلْفٌ [ḵalf] İsm olur, tırnak dibinden kopmağa denir; yukâlu: أَقْلَقَهُ قَلْفُ ظُفُرِهِ أَيِ اقْتِلاَعُهُ مِنْ أَصْلِهِ

Vankulu Lugatı - القلف maddesi

اَلْقَلَفُ [el-ḵalef] (fethateynle) Sünnetsizlik.

اَلْقَلْفُ [el-ḵalf] (ḵâf’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Sünnet etmek; tekûlu: قَلَفَهَا الْخَاتِنُ قَلْفًا Ve ʹArab tâ΄ifesi şöyle zuʹm ederler ki bir oğlan gece ay aydın iken doğsa o sünnetli gibi doğa. Ve

قَلْفٌ [ḵalf] Ağacın kabın soymağa dahi derler; tekûlu: قَلَفْتُ الشَّجَرَةَ إِذَا نَحَّيْتَ عَنْهُ لِحَاءُهَا Ve لِحَاءٌ [liḩâ΄] ḩâ-i mühmele ile ağaç kabına derler. Ve

قَلْفٌ [ḵalf] Küpün üzerinden balçığın kaldırmağa dahi derler; tekûlu: قَلَفْتُ الدَّنَّ إِذَا قَضَضْتَ عَنْهُ طِينَهُ Ve

قَلْفٌ [ḵalf] Geminin tahtaların birbirine lîf ile dikip yapıştırmağa dahi derler; tekûlu: قَلَفْتُ السَّفِينَةَ إِذَا خَرَزْتَ أَلْوَاحَهَا بِاللِّيفِ وَجَعَلْتَ فِي خُلَلِهَا الْقَارَ Ve قَارٌ [ḵâr] ḵâf’la zifte derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı