اَلْكُنَّسُ [el-kunnes] (رُكَّعٌ [rukkaʹ] vezninde) كَانِسٌ [kânis] lafzından cemʹdir, yatağına girip gizlenici âhûya denir; ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿فَلاَ أُقْسِمُ بِالْخُنَّسِ الْجَوَارِ الْكُنَّسِ﴾ اَلْآيَة، فَالْجِوَارِي الْكُنَّسُ هِيَ الْخُنَّسُ لِأَنَّهَا تَكْنِسُ فِي الْمَغِيبِ كَالظِّبَاءِ فِي الْكُنُسِ أَوْ هِيَ كُلُّ النُّجُومِ لِأَنَّهَا تَبْدُو لَيْلاً وَتَخْفَى نَهَارًا أَوِ الْمَلَئِكَةُ أَوْ بَقَرُ الْوَحْشِ وَظِبَاؤُهُ
اَلْكَنْسُ [el-kens] (kâf’ın fethi ve nûn’un sükûnuyla) Süpürmek; yukâlu: كَنَسْتُ الْبَيْتَ أَكْنُسُهُ كَنْسًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ
اَلْكُنَّسُ [el-kunnes] (kâf’ın zammı ve nûn’un fethi ve teşdîdiyle) Gökte olan kevâkib. Ebû ʹUbeyde eyitti: Kevkebe كُنَّسٌ [kunnes] dediler, magîbinde müstetir olduğu için. Baʹzılar eyitti: كُنَّسٌ [kunnes] خُنَّسٌ [ḣunnes] dedikleri yıldızlardır ki onlar seyyârelerdir.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı