اَلْحَضْنُ [el-ḩaḋn] (ḩâ’nın fethi ve ḋâd’ın sükûnuyla) ve
اَلْحِضَانَةُ [el-ḩiḋânet] (كِتَابَةٌ [kitâbet] vezninde) Çocuğu kucağa almak yâhûd beslemek maʹnâsınadır; yukâlu. حَضَنَ الصَّبِيَّ حَضْنًا وَحِضَانَةً مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا جَعَلَهُ فِي حِضْنِهِ أَوْ رَبَّاهُ Ve
حَضْنٌ [ḩaḋn] ve
حِضَانٌ [ḩiḋân] ve
حِضَانَةٌ [ḩiḋânet] (كِتَابٌ [kitâb] ve كِتَابَةٌ [kitâbet] veznlerinde) ve
حُضُونٌ [ḩuḋûn] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Kuş yumurtaları kanatları altına alıp basmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَضَنَ الطَّائِرُ بَيْضَهُ حَضْنًا وَحِضَانًا وَحِضَانَةً وَحُضُونًا إِذَا رَخَّمَ عَلَيْهِ لِلتَّفْريِجِ Ve
حَضْنٌ [ḩaḋn] İhsânı bir kimseden âhere sarf eylemek maʹnâsınadır ki ona vermeyip gayra vermekten ʹibârettir. Ve bu, nâhiye maʹnâsından me΄hûzdur; yukâlu: حَضَنَ مَعْرُوفَهُ عَنْ جِيرَانِهِ إِذَا كَفَّهُ وَصَرَفَهُ Ve
حَضَانَةٌ [ḩaḋânet] (سَحَابَةٌ [seḩâbet] vezninde) Bir adam bir kimseyi bir nesneden bertaraf edip onda kendisi müstakil olmak maʹnâsınadır; yukâlu: حَضَنَ فُلَانًا عَنْ كَذَا حَضْنًا وَحَضَانَةً إِذَا نَحَّاهُ عَنْهُ وَاسْتَبَدَّ بِهِ دُونَهُ Ve bir adamı işinden alıkomak maʹnâsınadır; yukâlu: حَضَنَهُ عَنْ حَاجَتِهِ إِذَا حَبَسَهُ وَمَنَعَهُ
اَلْحَضَانَةُ [el-ḩaḋânet] (ḩâ’nın fethi ve ḋâd’ın tahfîfiyle) Bir kimseyi bir nesneden ayırıp onda sen müstakil olmağa derler; tekûlu: حَضَنْتُهُ عَنْ كَذَا حَضْنًا وَحَضَانَةً مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ إِذَا نَحَّيْتَهُ عَنْهُ وَاسْتَبْدَدْتَ بِهِ دُونَهُ
اَلْحِضَانَةُ [el-ḩiḋânet] ʹAvret oğlın saklamak; yukâlu: حَضَنَتِ الْمَرْأَةُ وَلَدَهَا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ أَيْضًا إِذَا قَامَتْ فِي تَرْبِيَتِهِ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı