اَلدَّلَقُ [ed-delaḵ] (fethateynle) Dele-i Fârisî muʹarrebidir ki semmûra şebîh bir küçük cânver adıdır, postu kürk olur, Türkîde sansar dedikleridir. Bir nevʹ kürk dahi vardır ki Türkîde zerdava derler, o semmûr nevʹindendir ki aşkar nevʹidir, semmûrdan dûndur, zîrâ semmûr siyâh olur. Bu zerdava Ḣazar vilâyetinde olan semmûrdur. Baʹzılar oraya mahsûs sansar nevʹinden olmak üzere beyân ederler.
اَلدَّلْقُ [ed-delḵ] (خَلْقٌ [ḣalḵ] vezninde) Kılıcı kından sıyırmak maʹnâsınadır; yukâlu: دَلَقَ السَّيْفَ مِنْ غِمْدِهِ دَلْقًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا أَخْرَجَهُ
اَلدُّلُقُ [ed-duluḵ] (zammeteynle) Gâret ve muhârebede kılıç gibi pertâb edip düşman üzere birden hücûm eden süvârîlere denir; دَلُوقٌ [delûḵ] ve دَالِقٌ [dâliḵ] müfredidir; yukâlu: خَيْلٌ دُلُقٌ أَيْ شَدِيدُ الدُّفْعَةِ
اَلدَّلِقُ [ed-deliḵ] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) ve
اَلدَّلُوقُ [ed-delûḵ] (صَبُورٌ [ṡabûr] vezninde) ve
اَلدَّلْقَاءُ [el-delḵâ΄] (حَمْرَاءُ [ḩamrâ΄] vezninde) Kından sıyrılıp çıkması sehl ve âsân olan kılıca denir; yukâlu: سَيْفٌ دَلِقٌ وَدَلُوقٌ وَدَلْقَاءُ أَيْ سَهْلُ الْخُرُوجِ مِنْ غِمْدِهِ Burada gâlibâ bir sakta vardır, zîrâ mü΄ennes olan دَلْقَاءُ [delḵâ΄] kelimesi سَيْفٌ [seyf]e vasf olmak bir vechle mülâyim değildir. Ve
دَلُوقٌ [delûḵ] Gârât-ı şedîdeye denir ki tünd ve şedîd çapulculardan ve akıncılardan ʹibârettir; yukâlu: غَارَةٌ دَلُوقٌ أَيْ شَدِيدَةٌ Ve
دَلُوقٌ [delûḵ] ve
دَلْقَاءُ [delḵâ΄] Pek pîrlikten dişleri ufanıp fersûde olmuş nâkaya denir; yukâlu: نَاقَةٌ دَلُوقٌ وَدَلْقَاءُ أَيِ الْمُتَكَسِّرَةُ الْأَسْنَانِ كِبَرًا
اَلدَّلْقُ [ed-delḵ] (dâl’ın fethi ve lâm’ın sükûnuyla) Kılıcı sıyırmak; yukâlu: دَلَقْتُهُ أَنَا دَلْقًا مِنَ الْبَابِ الْأَوَّلِ
اَلدُّلُقُ [ed-duluḵ] (zammeteynle) Cemʹi; yukâlu: خَيْلٌ دُلُقٌ إِذَا كَانَتْ مُتَدَلِّقَةً شَدِيدَةَ الدُّفْعَةِ Ve
دُلُوقٌ [dulûḵ] Şol nâkaya derler ki ziyâde yaşlı olduğundan dişleri aşınmış ola bir haysiyyetle ki su içtikte ağzından döküle.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı