el-muṯṯalaʹ ~ اَلْمُطَّلَعُ

Kamus-ı Muhit - المطلع maddesi

اَلْمُطَّلِعُ [el-muṯṯaliʹ] (teşdîd-i ṯâ΄ ve ism-i fâʹil bünyesiyle) Kavî ve zûr-mend ve zeber-dest ve kâhir adama ıtlâk olunur; yukâlu: رَجُلٌ مُطَّلِعٌ أَيْ قَوِيٌّ عَالٍ قَاهِرٌ Ve bir nesneye vâkıf ve âgâh olan adama denir; ve minhu kavluhu taʹâlâ: ﴿هَلْ أَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ فَاطَّلَعُ﴾ أَيْ هَلْ أَنْتُمْ تُحِبُّونَ أَنْ تَطَّلِعُوا فَتَعْلَمُوا أَيْنَ مَنْزِلَتُكُمْ مِنْ مَنْزِلَةِ الْجَهَنَّمِيِّينَ فَاطَّلَعَ الْمُسْلِمُ فَرَأَى قَرِينَهُ فِي سَوَاءِ الْجَحِيمِ أَيْ فِي وَسَطِ الْجَحِيمِ وَقَرَأَ جَمَاعَاتٌ مُطْلِعُونَ كَمُحْسِنُونَ فَأُطْلِعَ عَلَى بِنَاءِ الْمَجْهُولِ مِنْ بَابِ الْإِفْعَالِ

اَلْمُطَّلَعٌ [el-muṯṯalaʹ] (teşdîd-i ṯâ’yla مُدَّخَرٌ [muddeḣar] vezninde) إِطِّلاَعٌ [iṯṯilâʹ]dan ism-i mekândır, إِطِّلاَعٌ [iṯṯilâʹ] olunacak semt ve mahalle denir. Bu münâsebetle bir işin şürûʹ edecek ve teşebbüs ve temşît verecek münâsib semt ve mahalline ıtlâk olunur; yukâlu: مَا لِهَذَا الْأَمْرِ مُطَّلَعٌ أَيْ مَأْتًى يَعْنِي وَجْهٌ يُؤْتَى إِلَيْهِ Ve

مُطَّلَعٌ [muṯṯalaʹ] Bir yüksek yerden aşağıya bakıp muttaliʹ olacak mevziʹe denir; ve minhu kavlu ʹÖmer radıyallâhu ʹanhu: “لَوْ أَنَّ لِي مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا لاَفْتَدَيْتُ بِهِ مِنْ هَوْلِ الْمُطَّلَعِ” Yaʹnî “Hîta-i arzda kâ΄in cemîʹ-i emvâl ü eşyâ΄ benim olsa hevl-i مُطَّلَعٌ [muṯṯalaʹ]ı müşâhede eylememeğe mukâbili cemlesini verir idim.” Pes mevt ʹakibinde kendisine havâle ve müşrif ve müstevlî olan emr-i şedîd-i âhireti mevziʹ-i إِطِّلاَعٌ [iṯṯilâʹ] olan mahall-i refîʹ ü ʹâlîye teşbîh eylemiştir. Ve fi’l-hadîsi: “مَا نَزَلَ مِنَ الْقُرْآنِ آيَةٌ إِلاَّ لَهَا ظَهْرٌ وَبَطْنٌ وَلِكُلِّ حَرْفٍ حَدٌّ وَلِكُلِّ حَدٍّ مُطَّلَعٌ” أَيْ مَصْعَدٌ يُصْعَدُ إِلَيْهِ مِنْ مَعْرِفَةِ عِلْمِهِ Yaʹnî “Ḵur΄ân-ı kerîm’den bir âyet nâzil olmadı illâ o âyet bir vech-i zâhirîyi ve bir vech-i bâtinîyi müştemildir. Ve her hurûfun bir haddi ve her haddinin bir muttalaʹ olacak semt ve mahalli vardır ki onu bilmek rütbesine o semt ve mahalden kasd ve mübâderet olunur.”

اَلطُّلُوعُ [eṯ-ṯulûʹ] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) ve

اَلْمَطْلَعُ [el-maṯlaʹ] (مَقْعَدٌ [maḵʹad] vezninde) ve

اَلْمَطْلِعُ [el-maṯliʹ] (مَنْزِلٌ [menzil] vezninde) Yıldız ve güneş zuhûr eylemek maʹnâsınadır ki doğmak taʹbîr olunur; yukâlu: طَلَعَ الْكَوْكَبُ وَالشَّمْسُ طُلُوعًا وَمَطْلَعًا وَمَطْلِعًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ إِذَا ظَهَرَ Ve

طُلُوعٌ [ṯulûʹ] Bir nesneye vâkıf olup bilmek maʹnâsına müstaʹmeldir, gûyâ ki o nesneye müstaʹlî olmakla zabt eylemiş olur; yukâlu: طَلَعَ عَلَى الْأَمْرِ طُلُوعًا إِذَا عَلِمَهُ Ve nâgehânî çıkagelmek maʹnâsına müstaʹmeldir; tekûlu: طَلَعَ فُلاَنٌ عَلَيْنَا طُلُوعًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالثَّالِثِ أَيْ أَتَانَا يَعْنِي هَجَمَ وَفَاجَأَ Ve عَنْ ile gâ΄ib olmak maʹnâsına müstaʹmel olur ki zıdd olur; yukâlu: طَلَعَ عَنْهُمْ إِذَا غَابَ Lâkin zıddiyyeti manzûrun fîhtir. Ve çocuğun dişleri yarıp uçları belirmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: طَلَعَتْ سِنُّ الصَّبِيِّ إِذَا بَدَتْ شَبَاتُهَا Ve bir yere yetişmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: طَلَعَ أَرْضَهُمْ إِذَا بَلَغَهَا Ve hurmânın tomurcuğu çıkıp görünmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: طَلَعَ النَّخْلُ إِذَا خَرَجَ طَلْعُهُ Ve bir kimse kendi diyârına kasd ve ʹazîmet eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: طَلَعَ بِلاَدَهُ إِذَا قَصَدَهَا Ve yüksek mahalle çıkmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: طَلَعَ الْجَبَلَ وَطَلِعَ طُلُوعًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالرَّابِعِ إِذَا عَلاَهُ

Vankulu Lugatı - المطلع maddesi

اَلْمُطَّلَعُ [el-muṯṯalaʹ] (mîm’in zammı ve ṯâ’nın fethi ve teşdîdiyle ve lâm’ın fethiyle) Gelecek yer, مَأْتَى [me΄tâ] maʹnâsına; yukâlu: أَيْنَ مُطَّلَعُ هَذَا الْأَمْرِ أَيْ مَأْتَاهُ Yaʹnî yüksek yerden alçak yere inecek yer. Ve hadîs-i şerîfte ki “مِنْ هَوْلِ الْمُطَّلَعِ” vâkiʹ olmuştur, dünyâdan kabre ve âhiret ahvâline müşrif olacak yer demektir, مَأْتَى [me΄tâ]ya teşbîhendir.

اَلطُّلُوعُ [eṯ-ṯulûʹ] (zammeteynle) ve

اَلْمَطْلِعُ [el-maṯliʹ] (mîm’in fethi ve lâm’ın kesriyle) ve

اَلْمَطْلَعُ [el-maṯlaʹ] (mîm’in ve lâm’ın fethiyle) Masdarlardır, gün doğmak maʹnâsına; yukâlu: طَلَعَتِ الشَّمْسُ وَالْكَوَاكِبُ طُلُوعًا وَمَطْلِعًا وَمَطْلَعًا Ve

طُلُوعٌ [ṯulûʹ] Bir kimsenin üzerine çıkagelmeğe de derler. İbnu’s-Sikkît rivâyeti üzere; yukâlu: طَلَعْتُ عَلَى الْقَوْمِ إِذَا أَتَيْتَهُمْ Ve gâyib olmağa dahi derler lâkin maʹnâ-yı evvel kelime-i عَلَى ve maʹnâ-yı sânî kelime-i عَنْ ile istiʹmâl olunur; yukâlu: طَلَعْتُ عَنْهُمْ إِذَا غِبْتَ Ve bir nesnenin üzerine çıkmağa dahi derler; yukâlu: طَلِعْتُ الْجَبَلَ مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı