اَلسَّبَّةُ [es-sebbet] (حَبَّةٌ [ḩabbet] vezninde) Hayli müddet münkazî olmayıp ʹalâ-ḩâlihi sabît ve ber-karâr olan şey΄e denir; yukâlu: أَصَابَتْنَا سَبَّةٌ مِنَ الْحَرِّ أَوِ الْبَرْدِ أَوِ الصَّحْوِ وَذَلِكَ أَنْ يَدُومَ أَيَّامًا Ve dehr ve zamândan bir mikdâra denir; yukâlu: مَضَتْ سَبَّةٌ مِنَ الدَّهْرِ أَيْ زَمَنٌ مِنْهُ Ve
سَبَّةُ [Sebbet] Esâmîdendir: Sebbe b. Ševbân, Ḩaḋramevt nesebinin ricâlindendir.
اَلسِّبَّةُ [es-sibbet] (sîn’in kesriyle) Bu dahi سَبَّابَةٌ [sebbâbet] gibi şehâdet parmağına ıtlâk olunur. Ve
سِبَّةُ [Sibbet] Muhaddisînden Muḩammed b. İsmâʹîl el-Ḵureşî ceddinin lakabıdır.
اَلسُّبَّةُ [es-subbet] (قُبَّةٌ [ḵubbet] vezninde) Dübüre denir, إِسْتٌ [ist] maʹnâsına. Ve bu, mecâzdır, medâr-ı sebb olduğu için, niteki سَوْءٌ [sev΄] dahi ıtlâk olunur. Ve
سُبَّةٌ [subbet] Âr ve nâmûs maʹnâsınadır, yaʹnî bâʹis-i sebb ü düşnâm olmakla müstevcib-i ʹâr olan şey΄e ve hâlete denir. Ve şol kimseye denir ki nâs ona çok şetm ve düşnâm eder ola; yukâlu: رَجُلٌ سُبَّةٌ إِذَا كَانَ يَكْثُرُ النَّاسُ سَبَّهُ
اَلسَّبَّةُ [es-sebbet] (sîn’in fethi ve bâ’nın teşdîdiyle) Zamândan bir kıtʹa. Ve kavluhum: مَا رَأَيْتُهُ مُذْ سَبَّةٍ أَيْ مُذْ زَمَنٍ مِنَ الدَّهْرِ كَقَوْلِكَ مُنْذُ سَنْبَةٍ وَمَضَتْ سَبَّةٌ مِنَ الدَّهْرِ Ve
سَبَّةٌ [sebbet] Oturak yerine dahi derler. Ve
سَبٌّ [sebb] Oturak yerine dürtmeğe derler.
اَلسُّبَّةُ [es-subbet] (sîn’in zammıyla) ʹÂr çekecek nesne; yukâlu: صَارَ هَذَا الْأَمْرُ سُبَّةً عَلَيْهِ أَيْ عَارًا لَهُ يُسَبُّ بِهِ Ve
سُبَّةٌ [subbet] Sövülen kimseye dahi derler; yukâlu: رَجُلٌ سُبَّةٌ أَيْ يَسُبُّهُ النَّاسُ
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı