ḵaleʹat ~ قَلَعَةٌ

Kamus-ı Muhit - قلعة maddesi

مَرْجُ الْقَلَعَةِ [Mercu’l-Ḵaleʹat] (fetehâtla) Bâdiyede bir mevziʹdir ki ona aʹlâ kılıçlar nisbet olunur, سُيُوفٌ قَلَعِيَّةٌ maʹrûftur. ʹAlâ-kavlin Ḩulvân-ı ʹIrâḵ’tan aşağıcada bir karyedir. Ve

قَلَعَةٌ [ḵaleʹat] Masdar olur, قَلَعٌ [ḵalaʹ] gibi ki fethateynledir, ke-mâ se-yuzkeru.

اَلْقَلْعَةُ [el-ḵalʹat] (تَمْرَةٌ [temret] vezninde ve fetehâtla lügattır) Bu dahi çobanların zâd ve edevât vazʹ ettikleri çantaya denir; cemʹi قِلاَعٌ [ḵilâʹ]dır ḵâf’ın kesriyle ve قِلَعَةٌ [ḵileʹat]tır, عِنَبَةٌ [ʹinebet] vezninde. Mü΄ellif burada teşvîş eylemekle şârihin tertîbi üzere resm olundu. Ve

قَلْعَةٌ [ḵalʹat] (تَمْرَةٌ [temret] vezninde) Hurmâ ağacının dibinden koparılan fidana denir, ʹalâ-kavlin hurmâ ağacının dibinden ayrılmış ağaca denir. Ve hörgüçten kesilmiş parçaya denir. Ve dağ başında yapılmış sarp ve menîʹ ve metîn hısn ve hisâra denir, hâlen lisânımızda dahi kalʹa denir; lâm’ın fethiyle de câ΄izdir. Cemʹi قِلاَعٌ [ḵilâʹ] gelir ḵâf’ın kesriyle ve قُلُوعٌ [ḵulûʹ] gelir. Şârihin beyânına göre sehâb-ı ʹazîm maʹnâsından me΄hûzdur; yukâlu: تَحَصَّنُوا بِالْقَلْعَةِ وَهِيَ الْحِصْنُ الْمَنِيعُ عَلَى الْجَبَلِ Ve

قَلْعَةُ [Ḵalʹat] Hindistân’da bir belde adıdır. Baʹzılar kalay dedikleri maʹdeni ona nisbetle قَلْعِيٌّ [ḵalʹiyy] denmiştir dediler. Ve o beldede aʹlâ kılıçlar yapılmakla سُيُوفٌ قَلْعِيَّةٌ ona mensûbdur. Ve Endelus ülkesinde bir vilâyet ismidir, kalayın ona nisbeti baʹzıların kavlidir. Ve Yemen’de bir mevziʹ adıdır.

اَلْقُلْعَةُ [el-ḵulʹat] (ḵâf’ın zammıyla) ʹAzl maʹnâsına ismdir; yukâlu: تَأَلَّمَ مِنْ قُلْعَتِهِ أَيْ عَزْلِهِ Ve ʹâriyetî mâla denir, ʹalâ-kavlin dâ΄im ve ber-karâr olmayanına denir. Ve şol zaʹîf ve zebûn adama denir ki aslâ hamle ve hücûma tâb-âver olmayıp merkezinde pâyidâr olmaya. Ve ağaçtan koparılmış nesneye denir, meyve gibi. Ve

قُلْعَةٌ [ḵulʹat] Zevâl ve ʹadem-i sebât maʹnâsını mutazammın olmakla ʹArablar مَنْزِلُنَا مَنْزِلُ قُلْعَةٍ derler, “Menzilimiz tavattun ve temekkün edecek yer değildir” maʹnâsını irâde ederler. Ve bunda zammeteynle ve هُمَزَةٌ [humezet] vezninde dahi müstaʹmeldir. Yâhûd “menzil-i mezbûre mâlik olmazız” maʹnâsını murâd ederler yâhûd “ondan rıhlet ve tahavvülümüz derkârdır, lâkin tahavvül ve irtihâl vaktini bilmiyoruz” mevkiʹindedir. Kezâlik هُوَ مَجْلِسُ قُلْعَةٍ derler, şol meclis ki sâhibi onda defeʹâtla kalkmağa muhtâc ola. Bunda iki vech muhtemeldir: Biri budur ki sâhib-i meclis otururken kendiden ʹazîz adamlar gelmekle kalkıp yer değişmek iktizâ ede ve bu ikrâmen ola. Ve birisi budur ki vakʹ ve haysiyyet cihetiyle yerine gelen adamları oturtmağa muztarr olar; ve tekûlu’l-ʹArab: “اَلدُّنْيَا دَارُ قَلْعَةٍ” أَيْ دَارُ انْقِلاَعٍ وَيَقُولُونَ هُوَ عَلَى قُلْعَةٍ أَيْ عَلَى رِحْلَةٍ

Vankulu Lugatı - قلعة maddesi

اَلْقَلَعِيُّ [el-ḵalaʹiyy] (ḵâf’ın ve lâm’ın fethiyle) Şol kılıçtır ki zikr olunan mevziʹe mensûbdur. Ve

قَلْعَةٌ [ḵalʹat] Kezâlik buluttan kıtʹa-i ʹazîmeye derler, قِطْعَةُ السَّحَابِ maʹnâsına.

اَلْقُلْعَةُ [el-ḵulʹat] (ḵâf’ın zammı ve lâm’ın sükûnuyla) İnkılâb maʹnâsına; ve minhu kavluhum: هَذَا مَنْزِلُ قُلْعَةٍ إِذَا كَانَ صَاحِبُهُ يَحْتَاجُ إِلَى أَنْ يَقُومَ مَرَّةً بَعْدَ أُخْرَى Ve göçmek maʹnâsına da gelir; yukâlu: هُمْ عَلَى قُلْعَةٍ أَيْ عَلَى رِحْلَةٍ Ve

قُلْعَةٌ [ḵulʹat] Şol kimseye de derler ki ber-karâr olmaya; yukâlu: فُلَانٌ قُلْعَةٌ إِذَا كَانَ يَتَقَلَّعُ مِنْ سَرْجِهِ فِي الْبَطْشِ وَالصِّرَاعِ Yaʹnî eyer üzerinde karâr edemese hâlet-i muhârebede. Ve

قُلْعَةٌ [ḵulʹat] Mâl-ı ʹâriyyete dahi derler. Ve fi’l-hadîsi: “بِئْسَ الْمَالُ الْقُلْعَةُ”

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı