Ezem ~ أَزَمٌ

Kamus-ı Muhit - أزم maddesi

أَزَمٌ [Ezem] (fethateynle) Îrân’da Sîrâf kazâsında bir nahiyedir; muhaddisînden Baḩr b. Yaḩyâ b. Baḩr el-Ezemî oradandır. Ve Ehvâz ile Râmehurmuz miyânında bir mevziʹdir; Mebremân demekle maʹrûf Muḩammed b. ʹAlî en-Naḩvî el-Ezemî oradandır.

اَلْأَزْمُ [el-ezm] (hemzenin fethi ve zây-ı muʹcemenin sükûnuyla) ve

اَلْأُزُومُ [el-uzûm] قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) Bir nesneyi dişlerin mecmûʹyla kavrayıp pek ısırmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَمَ الشَّيْءَ أَزْمًا وَأُزُومًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي إِذَا عَضَّهُ بِالْفَمِ كُلَّهِ شَدِيدًا Ve at gem damağını dişleriyle sıkıp azıya çalmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَمَ الْفَرَسُ عَلَى فَأْسِ اللِّجَامِ إِذَا قَبَضَ Ve yıl pek kurak ve kıtlık olmak maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: أَزَمَ الْعَامُ إِذَا اشْتَدَّ قَحْطُهُ Ve halkı kırıp geçirmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: أَزَمَ الْعَامُ إِذَا اشْتَدَّ قَحْطُهُ Ve halkı kırıp geçirmek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: أَزَمَ الْقَوْمَ إِذَا اسْتَأْصَلَهُمْ Ve bir adam bir kimseye yâhûd bir mahalle ayrılmamak vech üzere mülâzemet eylemek maʹnâsına müstaʹmeldir; yukâlu: أَزَمَ بِصَاحِبِهِ وَبِالْمَكَانِ إِذَا لَزِمَ Ve bir nesneyi muhkem bükmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَمَ الْحَبْلَ إِذَا أَحْكَمَ فَتْلَهُ Ve dâ΄imî bir nesne üzere olmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَمَ عَلَيْهِ إِذَا وَاظَبَ Ve bir adam mezraʹa ve çiftlik makûlesi mülkünü muhâfaza eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَمَ بِضَيْعَتِهِ إِذَا حَافَظَ Ve kapıyı kapamak maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَمَ الْبَابَ إِذَا أَغْلَقَهُ Ve bir nesne buruşup ve burtulup tortop olmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَمَ الشَّيْءُ إِذَا تَقَبَّضَ وَانْضَمَّ Ve bir nesneyi diş ile ve bıçak makûlesiyle kesmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَمَ الشَّيْءَ بِنَابِهِ أَوْ بِالسِّكِّينِ إِذَا قَطَعَهُ Ve bir nesneden imsâk ve ferâgat eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَزَمَ عَنِ الشَّيْءِ إَذا أَمْسَكَ عَنْهُ Ve yemeği terk edip geri durmak maʹnâsınadır. Kâle’ş-şârih: سَأَلَ كِسْرَى اَلْحَارِثَ بْنَ كَلَدَةَ وَهُوَ طَبِيبُ الْعَرَبِ مَا أَصْلُ الطِّبِّ قَالَ اَلْأَزْمُ قَالَ فَمَا الْأَزْمُ قَالَ ضَبْطُ الشَّفَتَيْنِ وَالرِّفْقُ بِالْيَدَيْنِ قَالَ أَصَبْتَ Ve

أَزْمٌ [ezm] Taʹâm üzere taʹâm idhâlinden perhîz eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: هُوَ يَأْزِمُ أَيْ لَا يُدْخِلُ الطَّعَامَ عَلَى الطَّعَامِ Ve samt ve sükût maʹnâsınadır; yukâlu: عَلَيْكَ بِالْأَزْمِ أَيِ الصَّمْتِ

Vankulu Lugatı - أزم maddesi

اَلْأَزْمَةُ [el-ezmet] (hemzenin fethi ve zây-ı muʹcemenin sükûnuyla) Kaht ve galâ; yukâlu: أَصَابَتْهُمْ سَنَةٌ أَزَمَتْهُمْ أَزْمًا مِنَ الْبَابِ الثَّانِي أَيِ اسْتَأْصَلَتْهُمْ Ve إِسْتِيصَالٌ [istîṡâl] bir nesneyi kökünden kesmeğe derler; ve yukâlu: أَزَمَ عَلَيْنَا الدَّهْرَ يَأْزِمُ أَزْمًا إِذَا اشْتَدَّ وَقَلَّ خَيْرُهُ Ve

أَزْمٌ [ezm] Bir kimseye mukârin olup ayrılmamağa dahi derler; yukâlu: أَزَمَ الرَّجُلُ بِصَاحِبِهِ إِذَا لَزِمَهُ رِوَايَةً عَنْ أَبِي زَيْدٍ Ve

أَزْمٌ [ezm] Isırmağa dahi derler; yukâlu: أَزَمَهُ إِذَا عَضَّهُ Ve imsâk etmeğe de derler; yukâlu: أَزَمَ عَنِ الشَّيْءِ إِذَا أَمْسَكَ عَنْهُ Ve

أَزْمٌ [ezm] Perhîz etmeğe de derler. Ve fi’l-hadîsi: “إِنَّ عُمَرَ سَأَلَ الْحَارِثَ بْنَ كَلَدَةَ مَا الدَّوَاءُ فَقَالَ الْأَزْمُ يَعْنِي الْحِمْيَةُ” Ve حِمْيَةٌ [ḩimyet] ḩâ-i mühmelenin kesriyle perhîz maʹnâsınadır. Ve Ḩârišamp;, ʹArab tâ΄ifesinin tabîbi idi. Ve

أَزْمٌ [ezm] İpi muhkem bükmeğe dahi derler; yukâlu: أَزَمْتُ الْخَيْطَ إِذَا فَتَلْتَهُ بِالرَّاءِ وَالزَّايِ لُغَةٌ Ve

أَزْمٌ [ezm] Bir nevʹ saç ve kemiğe dahi derler.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı