اَلْعَصَبَةُ [el-ʹaṡabet] (fetehâtla) Şol kimselerdir ki ʹan-kelâletin yaʹnî vâlid ve veledi olmayan meyyite vâris olalar, akribâdan oldukları hasebiyle. Ve fenn-i ferâ΄izde عَصَبَةٌ [ʹaṡabet] şol kimseye ıtlâk olunur ki Kitâbullâh’ta sihâm-ı mefrûzası olmayıp ashâb-ı ferâ΄iz hisselerini aldıktan sonra bâkî kalanı o ahz eder ola; yukâlu: هُمْ عَصَبَتُهُ وَهِيَ كُلُّ مَنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ فَرِيضَةٌ مُسَمَّاةٌ إِنْ بَقِيَ شَيْءٌ بَعْدَ الْفَرْضِ أَخَذَ
اَلْعُصْبَةُ [el-ʹuṡbet] (جُرْعَةٌ [curʹat] vezninde) Bu dahi ondan kırka varınca insân ve at ve kuş tâ΄ifesine denir. Ve şol şey΄e denir ki قتادة [ḵatâdet]e yaʹnî gün ağacına sarılır ve çok zahmetle ondan ayrılıp koparılır. Bundan murâd şecer-i قَتَادَةٌ [ḵatâdet] envâʹından nüvâris dedikleri nevʹi üzerinde yün gibi tüyler olur ve o şecerin zamkı sinirlerde olan cirâhâta be-gâyet nâfiʹ olmakla etıbbâ΄ ona شَجَرَةُ الْعَصَبِ [şeceretu’l-ʹaṡab] dahi derler.
اَلْعَصَبَةُ [el-ʹaṡabet] (fethateynle) Sinir ki aʹzâda olur, mefâsıl-ı aʹzânın tabanı mesâbesindedir.
اَلْعُصْبَةُ [el-ʹuṡbet] (ʹayn’ın zammıyla) Ricâlden on ile kırk beyninde olan eşhâsa derler.
Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı