el-ʹulûḵ ~ اَلْعُلُوقُ

Kamus-ı Muhit - العلوق maddesi

اَلْعُلُوقُ [el-ʹulûḵ] (قُعُودٌ [ḵuʹûd] vezninde) ve

اَلْعِلْقُ [el-ʹilḵ] (ʹayn’ın kesriyle) ve

اَلْعَلَقُ [el-ʹalaḵ] (fethateynle) ve

اَلْعَلاَقَةُ [el-ʹalâḵat] (ʹayn’ın fethiyle) Bir kimseye yâhûd bir nesneye gönül ilişip ʹaşk ve muhabbetine giriftâr olmak maʹnâsınadır; yukâlu: عَلِقَهُ وَعَلِقَ بِهِ عُلُوقًا وَعِلْقًا وَعَلَقًا وَعَلاَقَةً مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا هَوَاهَا وَأَحَبَّهَا

اَلْعَلُوقُ [el-ʹalûḵ] (صَبُورٌ [ṡabûr] vezninde) Ölüme ıtlâk olunur; yukâlu: عَلِقَتْ بِهِ الْعَلُوقُ أَيِ الْمَنِيَّةُ Ve gûl-ı beyâbânîye ıtlâk olunur. Ve âfet ve dâhiyeye denir; yukâlu: أَصَابَهُ الْعَلُوقُ أَيِ الْغُولُ وَكَذَا الدَّاهِيَةُ Ve deve otlayacak nebât ve eşcâra denir. Ve bir nevʹ şecere denir ki vazʹ-ı hamli mütekarrib olan nâkalar otlar. Ve mutlakan adama yapışan şey΄e denir. Ve şol nâkaya denir ki kendi köşeğinden gayrıya yakılmakla veledine aslâ meyl ve hanîn etmeyip her bâr yakın gelse onu istişmâm edip teberrî eder ola; yukâlu: نَاقَةٌ عَلُوقٌ إِذَا كَانَتْ تَعْطِفُ عَلَى غَيْرِ وَلَدِهَا فَلَا تَرْأَمُهُ وَإِنَّمَا تَشُمُّهُ بِأَنْفِهَا وَتَمْنَعُ لَبَنَهَا Burada فَلَا تَرْأَمُهُ zamîri وَلَدٌ [veled]e râciʹdir, gerçi muktezâ-yı nazm-ı siyâk غَيْرٌ [ġayr]a râciʹ olmaktır, lâkin usûl-i sâ΄ireden وَلَدٌ [veled]e ircâʹı lâyih olmuştur. Ez-cümle Zemaḣşerî, Muḵaddimetü’l-Edeb’de “عَلُوقٌ [ʹalûḵ] ân ki beççe-râ mîbûyed ve şîr nedehed” ʹibâretiyle resm eylemiştir. Ve zikri âtî meseli bunun zeylinde îrâd eylemişlerdir. Vâkıʹâ bu maʹnâya mülâyemeti zâhirdir. Ve zevcinin gayrını sevmeyen hatuna denir; yukâlu: إِمْرَأَةٌ عَلُوقٌ إِذَا كَانَتْ لَا تُحِبُّ غَيْرَ زَوْجِهَا Ve buğura râm olmayan nâkaya denir. Ve veledine yakılmayan nâkaya denir; ve minhu kavluhum: “عَامَلَنَا مُعَامَلَةَ الْعَلُوقِ” يُقَالُ لِمَنْ تَكَلَّمَ بِكَلَامٍ لَا فِعْلٍ مَعَهُ Yaʹnî bir kimse bir sözü söyleyip yâ bir nesne vaʹd edip ʹuhdesinden gelmedikte îrâd olunur. Ve dâ΄imâ gayrın evlâdını irzâʹ eden süt anasına denir.

Vankulu Lugatı - العلوق maddesi

اَلْعُلُوقُ [el-ʹulûḵ] (zammeteynle) Kan uyuşmak. Ve ʹavret hâmile olmağa dahi derler; yukâlu: عَلِقَتِ الْمَرْأَةُ عُلُوقًا إِذَا حَبِلَتْ

اَلْعَلُوقُ [el-ʹalûḵ] (ʹayn’ın fethi ve lâm’ın zammı ve meddiyle) Şol nesnedir ki insâna yapışır. Ve

عَلُوقٌ [ʹalûḵ] Ölüme dahi derler, mevt maʹnâsına. Ve

عَلُوقٌ [ʹalûḵ] Şol nâkaya da derler ki veledinden gayrıya yakıldıkta ona râm olmayıp her bâr yakın gelse onu istişmâm edip ona sütün vermeye. Ve

عَلُوقٌ [ʹalûḵ] Mutlakan leben maʹnâsına dahi gelir; yukâlu: مَا بِالنَّاقَةِ عَلُوقٌ أَيْ شَيْءٌ مِنَ اللَّبَنِ Ve

عَلُوقٌ [ʹalûḵ] Deve otladığı nesneye dahi derler; tekûlu: رَعَيْنَ الْعَلُوقَ حَتَّى لَاطَ بِهِنَّ الْإِحْمِرَارُ مِنَ السِّمَنِ وَالْخِصْبِ Baʹzılar عَلُوقٌ [ʹalûḵ] veled maʹnâsınadır, nebât maʹnâsına değildir dedi.

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı