el-ceddâd ~ اَلْجَدَّادُ

Kamus-ı Muhit - الجداد maddesi

اَلْجَدَّادُ [el-ceddâd] (كَتَّانٌ [kettân] vezninde) Mey-hâneciye ıtlâk olunur, bâyiʹu’l-hamr maʹnâsına, ʹukûlü katʹ eylediği için.

اَلْجُدَّادُ [el-cuddâd] (رُمَّانٌ [rummân] vezninde) Köhne libâslara denir. Şârihin beyânı üzere gudâd-ı Fârisî muʹarrebidir. Ve birbirine bend olmuş nesneye denir, ip ve ağaç dalları makûlesi gibi. Ve küçük dağlara denir, جِبَالٌ صِغَارٌ [cibâlun ṡiġârun] maʹnâsına. Şârih der ki savâb olan حِبَالٌ [ḩibâl] olmaktır ḩâ-yı mühmele ile.

اَلْجِدَادُ [el-cidâd] (cîm’in kesriyle) Hurmâ kesimine denir, صِرَامُ النَّخْلِ [ṡirâmu’n-naḣl] maʹnâsına. Ve جِدَادٌ [cidâd] جَدُودٌ [cedûd] lafzından cemʹ olur ki zammıladır, قِلاَصٌ [ḵilâṡ] ve قَلُوصٌ [ḵalûṡ] gibi. Semiz kancık eşeğe denir.

اَلْجَدَادُ [el-cedâd] (cîm’in fethiyle) Bu dahi hurmâ kesimine denir; yukâlu: أَجَدَّ النَّخْلُ إِذَا حَانَ جَدَادُهُ Ve saʹy ve gûşiş eylemek maʹnâsınadır; yukâlu: أَجَدَّ فِي الْأَمْرِ إِذَا اجْتَهَدَ Ve bir nesneyi gerçekten ʹan-cezmin işlemek maʹnâsınadır, جِدٌّ [cidd] gibi; yukâlu: أَجَدَّ فِي الْأَمْرِ ضِدُّ هَزَلَ Ve bir nesneyi yenilemek ve yeniden yapmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَجَدَّ الثَّوْبَ إِذَا صَيَّرَهُ جَدِيدًا Ve toprağı kalın düz yerde gitmek maʹnâsınadır; yukâlu: أَجَدَّ الرَّجُلُ إِذَا سَلَكَ الْجَدَدَ Ve yol galîz ve müstevî olmak maʹnâsınadır; yukâlu: أَجَدَّ الطَّرِيقَ إِذَا صَارَ جَدَدًا Ve ʹArablar filân nesneden iʹrâz edip onu terk eyledim diyecek yerde أَجَدَّتْ قَرُونِي مِنْهُ derler, تَرَكْتُهُ maʹnâsına. قَرُونٌ [ḵarûn] nefs-i nâtıkaya denir. Burada إِجْدَادٌ [icdâd] tahkîk ve ihkâm maʹnâsına olmakla أَجَدَّتْ نَفْسِي الرَّفْضَ وَالْإِعْرَاضَ مِنْهُ takdîrindedir yâhût قَطْعٌ maʹnâsından me΄hûzdur. Aṡmaʹî أَجَدَّ فُلاَنٌ أَمْرَهُ بِذَلِكَ ʹibâretini أَحْكَمَهُ ile tefsîr eylemiştir.

Vankulu Lugatı - الجداد maddesi

اَلْجُدَادُ [el-cudâd] (cîm’in zammıyla) Köhne olan bi΄rlere derler; Fârisîden taʹrîb olunmuştur, aslında gudâd idi. Ve her nesne ki birbirine bağlana gerek ip kısmı olsun gerek tâze ağaç budağı olsun ona جُدَادٌ [cudâd] derler. Baʹzılar eyitti جُدَادٌ [cudâd] diye ufak ağaçlara dahi derler, sıgâr-ı şecer maʹnâsına.

اَلْجِدَادُ [el-cidâd] ve

اَلْجَدَادُ [el-cedâd] (cîm’in kesriyle ve fethiyle) Hurmâ kesimi, mislu: اَلصِّرَام [eṡ-ṡirâm] ve اَلصَّرَام [eṡ-ṡarâm] ve اَلْقِطَاف [el-ḵiṯâf] ve اَلْقَطَاف [el-ḵaṯâf]. Ve صِرَامٌ [ṡirâm] mühmeleteyn ile ağaç kesimi ve قِطَافٌ [ḵiṯâf] ṯâ-i mühmele ile üzüm kesimi. Pes فِعَالٌ [fiʹâl]le فَعَالٌ [faʹâl] muttariddir her şeyde ki onda bir fiʹlin vakti murâd ola, pes bunlar müteʹâkib ve mütevârid olmada إِوَانٌ [ivân] ve أَوَانٌ [evân] kelimesine müşâbih olmuşlardır, hemzenin meksûr olması ve meftûh olması câ΄iz olmakta. Ve bu makûle yerlerde masdar فَعْلٌ [faʹl] vezni üzere gelir fâ’nın fethiyle, mislu: اَلْجَدّ [el-cedd] ve اَلصَّرْم [eṡ-ṡarm] ve اَلْقَطْف [el-ḵaṯf].

Sıradaki Maddeler

Arama ekranı

Sitemizde detaylı hızlı ve kolay arama ekranı